BASTONUNU ALMAYI UNUTMA
Üç gün için "Yaşlı Psikolojisi" konulu araştırması gereği yaşlı rolüne girip huzurevinde kalan Yekta, kendini hiç ummadığı bir planın parçası olarak bulur.
1. BÖLÜM
Yekta, 43 yaşında bir psikologdu. Hiç evlenmemişti. 47 yaşındaki ev hanımı ve kendisi gibi hiç evlenmeyen ablası ile beraber yaşıyordu. Merkeze yakın olmayan bir sokakta bulunan Kuytu Apartmanı 2. Katta oturuyorlardı. Buraya henüz 3 hafta önce ablasının isteğiyle taşınmışlardı.
Yekta ilerlemiş yaşına rağmen ne devlette ne de özel sektörde düzenli bir iş bulamamıştı. Zaten de düzenli çalışmayı seven bir insan değildi. Her gün aynı kuruma aynı saatlerde gitmek çok iyi bildiği insan psikolojisi için de uygun değildi. Ayın aynı gününde yatan belirli bir para ile yaşamak Yekta’ya göre ana kuzularının işiydi. O, yarın ne yiyeceğini bilememenin verdiği gerginlikten hoşlanıyordu; ablası bundan pek hoşlanmasa da.
Henüz düzenli bir işte çalışmasa da psikoloji alanında yüzlerce araştırma yapmış ve makaleler yayınlamıştı. Son zamanlarda, yaşının ilerlemesinden olsa gerek yaşlı psikolojisi ile ilgileniyordu. Ablası ve kendisini henüz yaptığı çalışmanın kapsamında görmüyordu. Konuya daha uygun veriler toplamak için hiç tanımadığı ve gerçekten yaşlı olan birileri ile vakit geçirmesi gerekiyordu.
Araştırması için doğru kişileri bulmakta zorlanacağını düşünürken düzenli yaptığı ikindi yürüyüşü sırasında aklına çok güzel bir fikir geldi. Yeni taşındıkları Kuytu Apartmanı’na iki sokak uzaklıkta bir huzurevi vardı. Aslında yeni taşındıkları ve tek artısı sahile yakın olan ev konusunda ablasına kızgındı ama şimdi fikri değişmişti çünkü bu ev sayesinde içi tam da istediği insanlarla dolu bir mekan bulmuştu. Hiç vakit kaybetmeden yeni keşfettiği huzurevine gitti. Huzurevi müdürü ile sıkı bir pazarlığı andıran görüşme sonrasında aklındaki fikri ona da kabul ettirdi.
Yaptıkları anlaşmaya göre Yekta, makyaj ve peruk desteğiyle yaşlı rolüne girip 3 gün süreyle huzurevinde kalabilecekti. Bu anlaşma her ne kadar Yekta’ya pahalıya patlasa da buna değeceğine emindi.
Huzurevi müdürü Cüneyt Bey, hem Yekta’dan para almış hem de doğacak sorunlardan Yekta’nın sorumlu olduğunu kabul ettiği bir kağıt imzalatmıştı. Ablası Yekta’nın kabul ettiği bu anlaşmadan hiç memnun kalmadı. Memnun kalmama sebebi verdiği para değil, Yekta’nın üç gün süreyle evde olamayacağıydı. Ona çok alışmıştı yalnız bir gün geçireceğini, hatta koca bir gece evde tek başına kalacağını öğrenince o da yaşlı rolüne girip araştırmaya dahil olmak istedi. Bu mümkün değildi çünkü ikinci bir yalandan yaşlı için Yekta’nın parası yetmez, huzurevi müdürünün de makamı elvermezdi.
Cumartesi öğleden sonra ablasının gözünden akan yaşlara rağmen valizini hazırlayıp evden ayrıldı. Huzurevine varmadan bir berbere uğradı. Durumunu anlattı. Şaşkın bakışların eşliğinde 43 yaşında girdiği berberden 60’lı yaşlarda bir ihtiyar olarak geri çıktı. Ablasının hiç makyaj malzemesinin olmaması onu berberde utana sıkıla makyaj yaptırmaya zorlamıştı. Bir kadının nasıl olur da kırmızı bir ruj dahi almaması Yekta’yı ilk defa bu kadar sinirlendirmişti. Berberde yaşadıklarından sonra ablasını yalnız bıraktığı için duyduğu vicdan azabının yerini, onu yokluğuyla cezalandırmanın keyfi almıştı.
Huzurevine vardığında müdürü bile şaşkına uğratan değişimi, görev için hazır olduğuna işaretti. Her ne kadar müdür bunu kabul etmiş olsa da yasal değildi. Müdür dışında tüm çalışanlar ona gerçekten bir yaşlı gibi davranacaktı çünkü olanlardan haberdar değillerdi. Araştırması için huzurevinde en az sayıda çalışan kişinin olacağı hafta sonu günlerini seçmesi de bu sebeptendi.
Yeni gelen her yaşlı için yapılan resmi kayıtlar onun için de yapıldıktan sonra odasına yerleşti. Huzurevi normalde tam kapasite doluydu ama geçen hafta Pazar günü bir kişi kendi isteğiyle ve müdürün onayıyla ayrılmıştı. İşte ayrılan bu kişinin yerini de Yekta aldı.
Tesis, birinci katta kadınlar, ikinci katta erkekler olarak düzenlenmişti. Her odada iki kişi kalıyordu. Odalar çok iyi sayılmazdı. Yemekhaneden gelen ve tüm odaları dolduran yemek kokusuyla tam bir öğrenci yurdunu andırıyordu. Yekta’nınki de dahil olmak üzere çoğu çarşaf sararmıştı. Duvarların boyasının yenilenme vakti de gelmişti. İlk izlenimi sebebiyle henüz yaşlanmadığına ve burada sadece 3 gün kalacağına sevindi.
Oda arkadaşı eski bir gemi kaptanı Ercüment Bey’di. 67 yaşındaydı ve mesleğinden ötürü olsa gerek tam bir deniz sevdalısıydı. Daha ilk akşamdan deniz maceralarını anlatmaya başlamıştı. Yekta araştırması gereği oda arkadaşından duyduklarını -ona fark ettirmeden- not almayı da ihmal etmiyordu.
Henüz ilk akşamdan birkaç saat önce yokluğuyla cezalandırdığı ablasını bu kadar özleyeceğini hiç tahmin etmemişti. 43 yaşında olmaktan ve girdiği yeni rolden utanmasa hüngür hüngür ağlayacaktı. Ağlama sebebinin gerçekten ablasından ayrı kalmak mı yoksa yaklaşmakta olan yaşlılıkta böyle bir ortamda kalma ihtimali mi olduğunu kendisi de tam olarak bilmiyordu.
Cumartesi gecesi için birinci katta bir hemşire nöbetçiydi. Tesis girişindeki danışma ve dış kapıdaki kulübedeki bekçiyle beraber toplamda 3 görevli bulunuyordu. Bu rakam tesiste bir gece için olabilecek en az görevli sayısıydı. Hafta içinde nöbetçi hemşire sayısı 2’ye çıkıyor bir doktor da onlara eşlik ediyordu.
Tesis gece saatlerinin de etkisiyle sessizliğe bürünse de Ercüment Bey’in anıları henüz bitmemişti. Yekta işi gereği çok iyi bir dinleyiciydi. Böyle bir oda arkadaşını bulan emekli gemi kaptanı da bu fırsatı değerlendiriyordu. Yekta görünüş olarak her ne kadar bulunduğu ortama uygun olsa da ses tonu henüz bu ortama hazır değildi. Bu aşamada kafa sallayıp dinlemek onun için de en iyisiydi.
Gecenin ilerleyen saatlerinde anıların tekrara düşmeye başlaması yatma vaktinin geldiğini işaret ediyordu. Yekta oda arkadaşından müsaade isteyip yatma hazırlıklarını yaparken kapı çaldı. İçeriye iki kadın bir erkek olmak üzere 3 huzurevi sakini girdi. Gecenin bu saatinde hem de ilk gecesinde böyle bir kalabalıkla karşılaşmaya hiç hazır değildi. Yekta şaşkın ve heyecanlıyken Ercüment Bey söze girdi,
“Çok geç kaldınız. Az kalsın uyuyordu yeni oda arkadaşım”
Uzun süredir prostat hastalığından muzdarip Hulusi Bey cevap verdi,
“Ne olacak! Derya Hemşire yine çok geç uyudu. Ancak fırsat bulabildik”
Bir hayli kaygılı görünen Şerife Hanım, Yekta’ya bakarak söze girdi,
“Saat planladığımızdan epey geçti. Daha fazla vakit kaybedersek geçen haftadan farksız olacak”
Henüz hiç konuşmayan ve pencereden dışarıya bakan Cavidan Hanım da kendisine sıra geldiğini düşünerek fikrini söyledi,
“Hadi artık, sadece pencereden bakmaktan usandım. Ben artık çok usandım!”
Cavidan Hanım’ın konuşmaları bir çocuğu andırıyordu. Yere sertçe vurduğu bastonundan güç alarak yavaşça hareket ediyor ve duygusuz bakıyordu. Yekta tüm bu konuşulanların ne ile alakalı olduğunu anlamasa da henüz ilk konuşmasında Cavidan Hanım’da Alzheimer başlangıcı olduğunu anlamıştı.
Ercüment Bey, Yekta’nın boş bakışlarına bir an önce cevap vermek istediği için hızlıca konuşmaya başladı,
“Henüz ilk akşamında seni böyle bir plana dahil etmek istemezdim ama bizim artık kaybedecek vaktimiz kalmadı.”
Dedi ve yastığının altından küçük kırmızı bir defter çıkardı. Defterin sayfalarını karıştırarak konuşmaya devam etti
“Bak lütfen beni sakince dinle. Bu odada senin dışında herkesin ortak bir yanı var. Öncelikle şunu bilmelisin ki normalde isteyen her kişi müdürün de onayıyla bu kurumdan çıkabilir ama bu odadakiler çıkamıyor. Bu kurumdan istesek de çıkamıyoruz çünkü birileri belki çocuklarımız ya da hiç tanımadığımız kişiler buradan çıkmamamız için müdüre her yıl düzenli para veriyor. Müdür de bu bahşişi kabul edip ne kadar yazsak da tüm dilekçelerimizi yırtıp atıyor”
Anlaşılan müdürün gayri resmi işler için para aldığı ilk kişi Yekta değildi. Duyduklarına çok şaşırmıştı ama bunu düşünerek bir türlü anlam veremediği konuşmadan kopmak istemiyordu. Ercüment Bey’i dinlemeye devam etti.
“Lafı fazla uzatmak istemiyorum. Biz uzun süredir buradan kaçmayı planlıyoruz. Geçen hafta da bunu denedik ama senin yatağında yatan kişi yüzünden başaramadık.”
Şerife Hanım geçen haftayı hatırlayarak sinirlendi ve söze girdi,
“Neden başaramadığımız da belli oldu. Baksana şimdi o dışarıda biz içerideyiz. Demek ki isteseydi çok daha önce buradan çıkabilirmiş. Altüst etti her şeyi!”
Herkes sonuç vermeyen planı hatırlayıp sinirlenmişti ama Cavidan Hanım halen uzaktan salıncaklara bakan bir çocuk gibi pencereden dışarıyı izliyordu. Ercüment Bey elindeki küçük defteri göstererek konuşmaya devam etti
“Bak, buraya tüm planlarımızı yazıyoruz. Geçen hafta başaramasak da yakalanmadık da. Bu sefer kesinlikle başaracağız ama senin de yardımın gerek.”
Yaşlı psikolojisini araştırmak için girdiği huzurevinde kaçmak isteyen bir grup ihtiyarla aynı odada olduğuna inanamıyordu. Kaçma planını duyduğunda aklına ilk gelen düşünce sabah olması ve tüm olanları müdüre anlatmak istemesiydi. O, kendisine merakla bakan bu gözleri yarın müdüre şikâyet etmeyi düşünürken ihtiyarlar kaçış planın da ona da bir görev olduğunu söylüyordu. Bu çelişkinin nasıl sonuçlanacağı ise tamamen Yekta’nın vereceği karara bağlıydı.
Henüz kaçma planını bile aklında tutamayıp yazan, bir grup ihtiyara yardım mı edecekti yoksa yarım kalmış bir araştırma ve gerçekleşmemiş kaçış planını gerisinde bırakıp gidecek miydi?
2. BÖLÜM
“Çocuklarıma gitmeliyim, onlar beni hiç aramadı ya da bulamadı ama ben onları buldum. Buradan bir an önce çıkıp onlara gitmeliyim. Beni burada tutmak için müdüre para veren onlar mı yoksa başka birileri mi öğrenmem gerek anlamıyor musun?”
“Ben, kaç yıldır tuzlu suyun hasretini çekiyorum biliyor musun? Hayatını denize adamış bir adamı 3-5 kuruş para karşılığı boyası dökülmüş duvarların arasında tutmak ne demek?”
“Sen hiç 67 yaşında sabah uyandığında çarşafının idrarla boyandığını gördüğün için utandın mı, hemşirelerden işittiğin azarla 10 yaşındaki çocuk gibi ağlamak ne demek biliyor musun?”
“3 yıl önce kar gibi beyaz bir kedim vardı. 5 yıl önce de dağ gibi uzun bir eşim. Şimdi bana bir baksana ikisi de yok. Zannediyorum ki bir süre sonra ben de olmayacağım. Olsam bile hiçbir şey hatırlamayacağım. Sen hiç sabah kalktığında fotoğraflarına bakıp kedini ve eşini yeniden hatırladın mı?”
Yekta susmuş yatağında otururken dört bir yandan duyduğu cümleler karar vermesini daha da zorlaştırıyordu. Şerife Hanım bulduğunu iddia ettiği çocuklarını bir kerecik de olsa görmek istiyordu. Ercüment Bey hayatını adadığı denize kavuşmayı arzuluyordu. Hulusi Bey uzun süredir sabrettiği prostat hastalığına çare olduğunu duyduğu bir ilacı, yurt dışından getirtmiş ve huzurevine kabul ettirememişti. Onu almak için dışarıya çıkması gerekiyordu. Cavidan Hanım aklı yerindeyken son bir kez daha eşinin mezarına gitmek istiyordu. Huzurevi müdürlüğü sadece bayramlarda onu mezarlığa götürüyordu ama bir sonraki bayrama Cavidan Hanım’ın ölen bir eşinin olduğunu hatırlaması zor görünüyordu.
Yekta’nın karar vermekte güçlük çektiğini gören Ercüment Bey onu plana dahil edebilmek için son bir kez daha şansını denedi.
“Bak, Şerife çocuklarının adresini uzun uğraşlar sonunda bulabildi ve sadece bir kerecik görmek istiyor onları. Hulusi'nin ihtiyacı olan tek şey; o ilacı almak. Dışarıda başka hiçbir işi yok. Cavidan tüm her şeyi unutmadan son bir kez eşini ziyaret etmek istiyor. Ben ise deniz aşığıyım. Yıllarım güvertede denizin üstünde geçmişken sadece ‘sosyal faaliyet’ adında ayda bir kere deniz görmeyi kabul edemem. Yıllardır gecenin bir vaktinde kıyıya vuran dalga sesi duymuyorum. Bu, bir deniz kaptanı için ne demek sen biliyor musun? Sadece bir gece denizi dinlemek hakkım değil mi? Hem de denize yürüyerek gidebileceğim bir uzaklıkta iken burada duramam. Kimsenin haberi olmadan buradan çıkacak ve yine kimsenin haberi olmadan buraya geri geleceğiz. Amacımız buradan tamamen kaçmak değil. Hepimizin dışarıda görmesi gereken işi var. Onları halledip geri geleceğiz hepsi bu. Hiçbir şey ters gitmeyecek. Bu deftere çıkmamızdan geri gelmemize kadar her ayrıntıyı yazdım. Anlıyor musun plan her şeyiyle hazır. Var mısın bizimle?”
Yekta ne için geldiğini tamamen unutmuştu. Şu an gerçek bir ihtiyar gibi düşünüyor ve arkadaşlarına yardım etmek istiyordu. Uzun sessizliğini bozarak kararını açıkladı.
“Gideceğiz ve hemen geri geleceğiz. Hepsi bu kadar tamam mı?”
İhtiyarlar, parka giden çocuklar kadar sevinmişti; Cavidan Hanım gerçekten çocuk gibi sevinmişti. Lunapark misali sevinç ve korkuyu aynı anda barındıran bu gürültü, planı sekteye uğratacak kadar bir tehlike arz etmiyordu. Zaten sesi duymaması gereken tek kişi olan hemşire Derya da bir kat aşağıda derin bir uykudaydı.
Ercüment, tüm her şeyi ayrıntısıyla yazdığı defterine hızlıca göz gezdirip paltosunun iç cebine koydu. Zaten Yekta dışında hepsi daha önce denedikleri bu planın kaçma kısmını çok iyi biliyordu ama Yekta için planın tekrarlanması gerekiyordu. Bir komutan edasıyla Ercüment Bey anlatmaya başladı.
“İlk adımımız biraz zor; Hulusi, her zamanki gibi çarşafını sarıya boyuyorsun. İstersen gerçekten boya istersen yalandan, bu sana kalmış. Daha sonra başucundaki hemşire alarmına basıyorsun ve Derya Hemşire oflaya poflaya geliyor. Seni biraz azarladıktan sonra sana yeni bir çarşaf vermek için zemin kata, danışmadaki Melih’in yanına iniyor. Bodrum katta bulunan çarşaf deposunun anahtarını istiyor. Anahtarı alıp bodrum kata iniyor. Bu esnada Yekta sen devreye giriyorsun ve Melih’in yanına gidip Hemşire alarmına bastığını ama odaya kimsenin gelmediğini haber veriyorsun. İlk gecen olduğu için uyuyamadığını, başındaki ağrının da geçmediğini söylüyorsun ve eğer varsa ağrı kesici ilaç istediğini ekliyorsun. O anda hepimiz 1. Kat merdivenlerinde hazır bekliyoruz. Melih de ilaç dolabının anahtarını alıp bodrum kata indiğinde bodrum kapısının arkasına danışma masasını koyup hep beraber dış kapıya doğru koşuyoruz. Kulübedeki bekçinin yanına gidiyoruz. Bekçiye hemşire ve danışmanın bodrumda mahsur kaldığını haber veriyoruz. Bekçi durumu anlamak için içeriye gelirken biz çok korktuğumuzu ve biraz hava almak istediğimiz söylüyoruz. Bekçi binaya girdiğinde koşarak dışarıya çıkıyoruz. İşte bu kadar.”
Tek çırpıda anlatılmış bu planda Yekta’nın aklına takılan birkaç nokta vardı. Yaşlı dostlarının hevesini kırmak istemiyordu ama yine de bunları sorması gerekiyordu. Her şeyden önce yaşlı dostlarının her tarafı çevirmiş güvenlik kamerasından habersiz olduğunu düşünerek onlara acıdı. Bu plan hiçbir şey ters gitmeden işlese bile ihtiyarlar geri döndüğünde güvenlik kamerası ve her şeye tanıklık eden görevliler tüm olanları müdüre anlatacaktı. Yekta beklemeden kafasındaki soruyu yöneltti.
“Huzurevinin her tarafı kameralarla gözetleniyor. Buradan çıkıp geri geldiğimizde tüm her şey anlaşılmış olacak”
Yekta soruyu karşısındakileri incitmeden yöneltmek için tüm mimik kaslarını kullanmıştı. Ercüment Bey’den gelen cevap ise bu kadar nazik olmasına gerek olmadığını kanıtlar nitelikteydi,
“Normal şartlarda huzurevinden izinsiz ayrılan biri ya uyarı alır ya da tamamen atılır. Her ikisi de bizim için gayet uygun. Hatta tam olarak istediğimiz şey bile olabilir. Ne var ki müdürün bize hiçbir ceza vermeyeceğine adım kadar eminim. Adam bizi ölene kadar burada tutacak. Tabi biz bunu kabul edersek”
Yekta aldığı cevaba neredeyse sevinmişti. 3 gün sonra buradan istemese de çıkmak zorunda olduğu halde şu an ihtiyar dostlarının planının bir parçası olmayı çok istiyordu.
Ercüment Bey, liderliği yeniden üstlenerek planı başlattı
“Daha fazla vakit kaybetmeyelim. Hulusi sen odana dön. Derya hemşire sana yeni bir çarşaf almak için bodruma indiğinde, birinci kat merdiveninde kameranın görmediği karanlık köşede buluşuyoruz. Sonra Yekta devreye giriyor. Melih de aşağı inince danışma masasını bodrum kapısının önüne koyup hep beraber dışarı çıkıyoruz tamam mı?”
Herkesin adı kadar iyi bildiği plan bir kere daha tekrarlandıktan sonra Hulusi planı başlatmak için odasına gitti. Planın onda oluşturduğu korkuyla iyice dolmuş mesanesini çarşafa boşalttı. Ne yazık ki bilerek yaptığı bu kazayı, uykusu hiç de derin olmayan oda arkadaşı fark etmişti. Derya hemşire oflayarak girdiği odada hiç de şaşırmadığı manzarayla karşılaşınca sanılanın aksine sinirlenmedi.
“Hulusi amca, şöyle korkak çocuklar gibi bakınca sana hiçbir şey diyemiyorum ki ben. Kim ister böyle bir hastalığı. Acıyorum vallahi sana. Bekle de sana temiz bir çarşaf getireyim.”
Hulusi'nin bile isteye yaptığı bu yanlışa bu kadar nazik davranılması oda arkadaşının hoşuna gitmemişti. Kendini tutmak için hiç de çaba sarf etmeden arkadaşını öğretmenine şikayet eden bir çocuk edasıyla konuşmaya başladı.
“Bilerek yaptı. Gözlerimle gördüm. Uyumuyordu, pantolonunu indirdi, gözleri açıkken bilerek her yeri ıslattı”
Dedi heyecanla, bunları duyan Derya doğruluk payını hiç sorgulamadan Hulusi’ye bağırmaya başladı.
“Sen benimle alay mı ediyorsun ha! Gecenin bir vaktinde şaka mı bu? Huysuz ihtiyar seni! Düş önüme düş. Bodrum kata iniyoruz. O batırdığın çarşafları da al eline, kendin makineye atacaksın kendin yenisini alacaksın. Ben hiçbir şey yapmayacağım anladın mı? Hadi bakma öyle yüzüme, düş önüme!”
Plana göre Derya bodruma tek başına inmeliydi ve Hulusi de o inince odadan çıkıp diğer ihtiyar dostlarına katılmalıydı. Henüz ilk adımda böyle bir aksaklık ihtiyarlar için hiç de iyiye işaret değildi. Derya sinirle Melih’ten anahtarları isteyip Hulusi’yle beraber bodruma indi. Yekta bodrum kapısının sesini duyar duymaz zemin kata inip Melih’ten ilaç istedi. Melih de ilaç dolabı için bodrum katına inince 1. katta bekleyen diğer ihtiyarlarla beraber danışma masasını kapıya dayadılar. Bu aşamada koşarak bahçedeki bekçi külübesine gitmeleri gerekiyordu çünkü görevlilerin bodrumdan geri çıkıp kapıyı yumruklamaları an meselesiydi.
İki dakika daha -bodrum katta olduğundan habersiz oldukları- Hulusi’yi odasından aşağı inmesi için bekledikten sonra plandaki ilk zorunlu değişikliği yaptılar. Hulusi’yi beklemeden bekçi külübesine doğru koştular. Plana başlamadan birbirlerine “Bastonunu almayı unutma!” diyen bir grup yaşlının, gidebileceği en hızlı şekilde külübeye vardılar. Bekçiye olanları haber verdikten sonra olağan dışı bu durum karşısında bekçi arkasına bakmadan koşarak tesise girdi.Şüphesiz bekçinin bu telaşında Derya Hemşire'ye duyduğu ilginin de payı vardı. İhtiyarların “Biraz hava almak istiyoruz” demelerine bile gerek kalmamıştı. Dışarı ile aralarındaki tek engel olan raylı kapıyı da açtıkları anda planın neredeyse yarısı tamamlanmıştı. Yekta ve 3 ihtiyar dostu an itibariyle dışarıdaydı.
3. BÖLÜM
“Ben gidip kapılarını çalacağım. Saat kaç olursa olsun. Kaç yıldır bu anı bekliyorum. Onlarla biraz konuşup geri buraya geleceğim. Eğer anlaştığımız gibi 1 saat sonra burada olamazsam diye gideceğim adresi kırmızı deftere yazdım. Beni orada bulabilirsiniz”
“Ben de mezarlığa gideceğim. Anlaştığımız gibi bir saat sonra burada olacağım.”
“Tamam, ben biraz denizi dinleyeceğim ve buraya geri geleceğim. Yekta eğer senin bir planın yoksa Hulusi’nin ilacını almaya gider misin?”
“Evet, bir işim yok ama nereden alacağım bu ilacı?”
“Hulusi o ilacı yurt dışından getirtti. Yanlış hatırlamıyorsam iki sokak ileride “Yakamoz” diye bir büfe var. İşte o büfeyi işleten bizim yaşlarımızda bir adam ilacı getirtecek, Hulusi de bu akşam ondan teslim alacaktı.”
“Tamam olur. 1 saat içinde çoktan büfeyi bulmuş olurum, tekrardan burada görüşürüz o zaman”
“Tamam, eğer bizden biri geri gelemezse diye gideceğimiz yerleri ayrıntılı olarak defterin ilk sayfasına yazdık. Bu defteri al. Öyle görünüyor ki en erken senin işin bitecek. Beklemekten sıkılırsan benim yanıma gelebilirsin”
dedi Ercüment Bey ve küçük kırmızı defteri Yekta'nın ceketinin iç cebine koydu. Tüm ihtiyarlar uzun süredir bekledikleri bu anın heyecanıyla dört bir yana dağıldılar. Yekta da adı çok tanıdık gelen “Yakamoz” adındaki büfeyi aramaya koyuldu.
20 dakika sonra ablasıyla beraber kaldıkları eve de bir hayli yakın olan büfeyi buldu. Büfenin sahibine huzurevinden geldiğini kendisinde prostat hastalığına çare olan bir ilacın olup olmadığını sordu. Hulusi Bey’in ismini eklemeyi de unutmadı. Henüz soy ismini bile bilmediği bir ihtiyar için nerede olduğuna ne yaptığına hiç anlam veremedi. Bu yaşanana anlam veremeyen tek kişi Yekta değildi çünkü sorduğu soru karşısında büfe sahibi kahkaha atmak dışında hiçbir cevap vermemişti.
“Bakın acelem var ve Hulusi Bey bir hayli zor durumda. Eğer ilaç elinize ulaştıysa lütfen alabilir miyim?”
“Gece gece dalga mı geçiyorsun sen. Ne ilacından bahsediyorsun. Hulusi kim? Hastanız varsa hastaneye gidin kardeşim. Yok bende ilaç falan. Hadi işine bak”
Yekta telaşa kapılmadan mantıklı fikirler üretmeye çalışıyordu
“Acaba bu civarda Yakamoz isminde başka bir büfe var mı?”
“Bu civarda bırak Yakamoz’u benden başka büfe yok. Polisi aramak istemiyorum. Lütfen zorluk çıkarmadan gider misin?”
Yekta, hiçbir suç işlememesine rağmen polis bahsi geçer geçmez dükkandan ayrıldı. Ayrıldı ama ne yapacağını nereye gideceğini bilmiyordu. Büyük bir boşluğa düşmüştü. Tüm bu olanlara hiç anlam veremiyordu. Kalbinin sıkıştığını hissedip elini kalbinin üzerine koyunca ceketinin iç cebindeki kırmızı defter aklına geldi. Heyecanla çıkardı Ercüment Bey, “Gideceğimiz yerler defterin ilk sayfasında yazıyor eğer sıkılırsan benim yanıma gel” demişti. Hızlıca defterin ilk sayfasını açtı. İlk sayfa bomboştu. Hiçbir şey yazmıyordu. İkinci sayfada ise planın ilk adımı olan Hulusi Bey’den bahsetmeye başlıyordu.
Bu gece tüm yaşadıklarını yeniden düşünürken ihtiyarlarla buluşmak üzere söz verdikleri yere geldi. Ayrılalı 30 dakika olmuştu ondan başka kimse gelmemişti. Yarım saat daha bekledi ama yine gelen olmadı. Son çare olarak elindeki defterden huzurevine dönüş planını okumaya karar verdi.
Defteri dikkatlice en baştan okumaya başladı. Ercüment Bey’in dediği gibi tüm her şey ayrıntısıyla yazıyordu. 18. sayfanın sonlarında “Bekçi içeri girdikten sonra dışarıya çıkacağız” yazıyordu bu sayfadan sonra dönüş planı yazması gerekiyordu ama ne 19. sayfada ne de defterin kalan sayfalarında hiçbir şey yazmıyordu. Defterde dönüş planına dair hiçbir şey yoktu. Bunun tek bir açıklaması olabilirdi ihtiyar dostları en başından beri geri dönmeyi hiç düşünmemişti.
Yekta bir psikologtu ve şu an herkesin başına gelmeyen garip bir durumla karşı karşıyaydı. Mesleğinin gerektirdiği gibi sakince düşünüp mantıklı bir karar vermesi gerekiyordu. Aslında şu an korkması gereken herhangi bir durum olmadığını düşündü. Sonuçta o zaten huzurevinden çıkacaktı ya şimdi ya 3 gün sonra bunun ne önemi vardı. Şu an dışarıda olmaması gereken o değil ihtiyarlardı. Hiçbir şey olmamış gibi yürüme mesafesinde olan evine gitmeye karar verdi. Eve gidip müdürü arayacak, araştırmayı erken sonlandırdığını haber verecekti. Yarın sabaha kadar da kamera görüntülerine ters düşmeyen bir yalan düşünüp bu işten sıyrılacaktı.
Bir psikoloğa yakışan sakinlikle Kuytu Apartmanı ikinci kata çıktı. Anahtarı yoktu tek çaresi kapıyı çalmaktı. Ablasını korkutmak istemiyordu ama yapabileceği başka bir şey yoktu. Kapıyı çaldı. Ablasının yataktan kalkıp gelmesi için biraz zaman geçeceğini düşündü ama yanılmıştı kapı neredeyse saniyeler içinde açıldı. Ablası karşısında ihtiyar bir adamla karşılaştığı için korkmuştu. Yekta’nın konuşmasıyla ses tonundan kardeşini hemen tanıdı ve kapıyı ardına kadar açıp onu içeriye aldı. Yekta neden erken geldiğini anlatırken ışığı yanan salona doğru ilerledi ve salonda gördüğü manzara karşısında donakaldı. Salondaki tekli koltukta gözünden akan yaşlarla Şerife Hanım oturuyordu.
Hiç yorum yok: