Huzurevinde Kontenjan Nasıl Açılır?

Eşi vefat eden, çocukları da birer birer evden ayrılan Faruk'un gece gündüz aklında tek bir soru vardır; Huzurevinde kontenjan nasıl açılır?               



Uyarı: Oyunu sahnelemeden önce mail yoluyla veya İnstagram üzerinden iletişime geçip izin istemeniz ZORUNLUDUR! Oyun hakkındaki görüş ve önerilerinizi bu sayfanın en altında yorum olarak ya da mail / instagram yoluyla belirtebilirsiniz. Sahnelediğiniz oyunlarımdan fotoğraf/video göndermeniz rica olunur. Keyifli okumalar dilerim...





Aşağıdaki mail adresinden bana ulaşabilirsiniz.

ahmet736arslan@gmail.com

Yeni yayınladığım oyunlardan haberdar olmak ve iletişime geçmek için İnstagram'dan takip edebilirsiniz 👇
Ya da buraya tıklayarak siteye abone olabilir ve yeni içeriklerden mail yoluyla haberdar olabilirsiniz.

Oyun yazma sürecimle ilgili videolar paylaştığım kanalımı aşağıdaki linkten inceleyebilirsiniz.👇


KARAKTER


FARUK: 55-65 yaşlarındadır. 3 çocuğu vardır. Eşi uzun süre önce vefat etmiştir. Eşiyle hep iyi anlaştıkları güzel bir evlilik dönemi yaşamıştır. Sık sık geçmişi özlemektedir. Gençken korkusuz risk almayı seven, kolayca karar alan biriyken yaşlandıkça, her sesten korkan, karar vermekte zorlanan, ürkek bir insana dönüşmüştür. Gençliğinde ailesi dışındaki insanlara pek önem vermeyen benmerkezci bir insanken yaşlandıkça sokaktan geçen herhangi birine sarılacak kadar sosyal bağlanmaya ihtiyaç duyar hale gelmiştir. Yaş aldıkça karakterinde meydana gelen bu keskin değişimi içten içe fark etmekte ama hep böyle birisi olduğuna kendini ikna etmeye çalışmaktadır. Birçok kronik hastalığı vardır. Gün içinde belli saatlerde kullanması gereken ilaçları vardır.


NOT: Oyun büyük oranda monologlar üzerine kurulmuştur. Seyir zevkini yükseltmek adına metinle ve karakterle uyumlu olacak küçük aksiyonlar eklenebilir. Yönetmen ve oyuncu kararına bırakılmıştır.


SAHNE 1

Sahnenin solunda yerde eskimiş büyükçe bir minder, minderin üzerinde dağınık bir çarşaf ve sararmış yastık vardır. Sahnenin seyirciye göre sağ tarafında bir masa ve sandalye vardır. Masanın üzerinde telefon, 7-8 tane ilaç kutusu, bir sürahi su ve su bardağı, bir el aynası vardır. Sahnenin arkasında dağınık bir şekilde çeşitli ev eşyaları, kıyafetler vs. bulunmaktadır.

(Sahne aydınlanır. Masanın üzerindeki telefon çalmaya başlar. Biraz çaldıktan sonra bir sifon sesi duyulur. Sahne arkasından hızlı adım sesleri duyulur. Ardından telaşlı bir şekilde sahneye Faruk girer. Üzerinde eskimiş, solmuş kıyafetler vardır. Boynunda gözlüğü asılıdır. Üzeri ıslanmıştır. Hemen telefona koşup açar.)

FARUK: Alo! ... Alo!

Ses kaydı:
Şimdi faturalı hatta geç, tüm paketlerde %50'ye varan indirimleri kaçırma! Üstelik yeni abonelere özel....

(Faruk sinirle telefonu kapatır. Boynuna takılı gözlüğünü takar. Ekrana bakar.)

FARUK: Sen dolandırıcılar yüzünden git yeni numara al, seni ilk arayan yine dolandırıcı olsun iyi mi!

(Telefonun hoparlörüne yaklaşır)

FARUK: Artık eskisi kadar saf değilim. İstediğiniz numarayı çevirebilirsiniz. İnanmayacağım!

(Sinirle telefonu masaya bırakır. Gözlüğünü çıkarır. Masanın başındaki sandalyeye oturur. Masanın üzerindeki defteri açar.)

FARUK: Nerde kalmıştık.... Hah Petek Huzurevi… Neymiş... 0324... 500... 20... 2 hadi bakalım

(Boğazını temizler. Bir süre bekler.)

Alo Merhaba.... Petek Huzurevi'ni aramıştım.... Evet evet biliyorum tüm kontenjanlarınız dolu... Ben daha önce yedek sırası için size telefon bırakmıştım. O numara kapandı bu yeni numaram. Onu söylemek için aradım... Evet yerine bunu yazabilirsiniz...çok teşekkür ederim ... Bu arada yedeklerde kaçıncı sıradayım?... (Karşıdaki tam anlamayacak şekilde söyler.) O sıranın gelmesi için huzurevinde salgın falan çıkması lazım ... Yok bir şey demedim hanımefendi. İyi günler diliyorum.

(Telefonu kapatır. Masanın üzerindeki defteri bir sayfa çevirir. Bir numara daha tuşlar.)

Alo merhaba, Bastonköy Huzurevi mi?.... Biliyorum hiç yer yok... Ben sadece şey için aradım.... Beyfendi tamam biliyorum yer yok! ... Yedek listesindeyim. Numaramı değiştirdim. Eskisini silip bunu kaydeder misiniz?... Sağolun tek istediğim buydu.... Kapatmadan yedeklerde kaçıncı sırada olduğumu öğrenebilir miyim?... Hey maşallah... Şu an kalanlarda kalp hastası falan var mı?... Şeker, tansiyon?... Sigara içen de mi yok... hepsi turp gibi yani... Anladım. Kolay gelsin.... size de...

(Telefonu kapatır. Alayla ağzını eğip taklit eder.)

Hayır efendim, hayır efendim.... Burayı siliyorum. 100 yıl yaşar bunlar...

(Defterden karalar.)

Yaşlı demek şeker demek tansiyon demek. Ne demek yok!

(Masadaki ilaçlardan birini ağzına atıp suyla yutar.)

Ben günde 12 tane hap yutuyorum be!

(Masadan ayna alıp yüzüne tutar.)

Hiç kendine bakamadın Faruk!... Hiç!

(Kafasını kaldırıp seyircilere bakar.)

Öyle bakma Neriman, ne olduysa senden sonra oldu zaten.

(Bundan sonraki konuşmalarında Neriman ile konuşurken seyircilere bakacaktır.)

Baksana şu halime.... Bilmiyorum oraya kadar geliyor mu ama ben artık kötü kokuyorum.

(Kendisini koklar. Hafif iğrenerek) Kolonyayla karışık, ekşi yaşlı kokusu....

O çok sevdiğin lavantalı yumuşatıcı bittikten sonra kimse gidip yenisini almadı. Meğer hep sen alıyormuşsun.

Doğum günümde aldığın parfümü de bitmesin diye kullanmıyorum. Çünkü biterse onun da yenisini alacak kimse yok.

Haklısın, tüm bunlar kötü kokmak için geçerli bahaneler değil. Her normal insan gibi en azından iki güne bir duş alabilirim.

Ama... almıyorum... (Derin bir nefes alır.)

Ben bazı şeylerden korkmaya başladım Neriman.

Bakma öyle alay eder gibi!

Duş alırken ayağım kaysa, düşsem kafamı bir yere çarpsam. Ne olacak?

Kim beni gelip kurtaracak?

(Alayla) Hııı tabi tabi çocuklarımız gelir.

(Hafif sinirle) Bilmiyorum sana haberi ulaşıyor mu ama Yonca yurt dışında! Melike’nin kayınbabasıyla ilgilenmesi gerekiyor.... Ne diyeceğim, tamam kızım dedim o da senin baban sayılır.

Mustafa telefonlarımı açmıyor. Yayladaki o arsayı kızlara vermeseymişim.

Al dedim oğlum oturduğum ev de senin olsun.... Eskiymiş, para etmezmiş.

Sana yalan borcum mu var Neriman? Tarla tapu yüzünden oğlumuz telefonlarımı açmıyor!

Ben tüm bunları zor da olsa kabullendim. Sen de öyle yapsan iyi olur!

(Bir süre susar.)

Ama en çok Melike'ye şaşırıyorum. Yonca'yla Mustafa'dan zaten bir beklentim yoktu.

Melike'yi bilirsin, sever babasını. Bağlıdır yani.

İlk göz ağrımız olduğundan mıdır bilmem ama en çok onunla geçirdiğim vakitleri hatırlıyorum.

Pazar kahvaltısı için bisikletle simit almaya giderdik ya. Yolda hiç susmazdı. Sanki evdeki sırdaşı benmişim de dertleşmek için vakit bulmuş gibi.

Baba derdi Yonca bazen beni çok üzüyor. O zaman birisi 5 diğeri 7 yaşında ne olmuş olabilir ki değil mi?

Yonca'ya dayısı 10 lira vermiş. Hemen cebine katıp sırıtmış. "Ama baba geçen ay dayım bana da 10 lira vermişti ben 5 lirasını Yonca'ya vermiştim."

(Sırıtır.)

Yonca yine Yoncaymış anlayacağın.

(Masanın üzerindeki telefon çalmaya başlar. Heyecanla telefonun ekranına bakar. Sonra hayal kırıklığıyla ekrana basar. Telefon susar.)

Alarmmış. Tansiyon hapını atmayı unutma diyor.

(Masadaki sürahiye su doldurur. İlaçlardan birini kutusundan çıkartır. İçmeden konuşmaya devam eder.)

Şu telefon zil sesiyle alarm sesini farklı yapmayı bir türlü beceremedim. Hepsine aynısı çalıyor.

Mustafa olsa 5 dakikada hallederdi işte.

(Sinirle) Ne demek işim düşünce Neriman!... Eksiğimi arar gibi dinleme beni! Konusu geldi söyledim işte

Yalansa yalan de. Çocuk teknolojiden anlardı... Ya tamam ben tıp okusun diye ısrar ettim de sonuçta beni dinledi mi?... Hayır... Şu an istediği mesleği yapıyor mu? Yapıyor. E o zaman dönüp dolaşıp bunu konuşmanın bi' anlamı yok.

O dönem doktorlar iyi kazanıyordu ondan oğlum doktor olsun istedim. Kötü bir niyetim mi vardı sanki?

Hiç öyle susma şimdi. Eskiden de hep böyle yapıyordun.

Ne zaman kavga etsek Mustafa'yı bana karşı kışkırtırdın.

Seninle benim aramdaki kavgaya neden çocuğu karıştırıyorsun ki?... Beni nasıl üzeceğini bal gibi de biliyorsun çünkü.

(Biraz susar.)

Tamam... şimdi öyle dediğime bakma... beni nasıl mutlu edeceğini de biliyordun... Hatta çok iyi biliyordun.

(Derin bir nefes alır.) Yatak odasındaki ışık saat kaçta kapanacak kavgasını bile özlüyorum.

Sen erken yatardın da ben hep okumak isterdim. Bir tane masa lambası almak yerine günlerce kavga etmeyi tercih ettik. Belki arada sırada didişmek ikimize de iyi geliyordu.

Gün içinde alttan aldığımız zamanların acısını öylesine bir kavgayla dışarı atıyorduk işte.

Şimdi hiç yatak odasında uyumuyorum.

En başta seni hatırlamaktan kaçıyordum... ama yalan olmasın artık öyle değil.

Dedim ya... korkuyorum... Çift kişilik yatak çok büyük Neriman. Tek başıma dolduramayacağım kadar büyük... Sanki odadaki her boşluktan bana bir zarar gelecek gibi.

Ondan neyim varsa buraya taşıdım. Bu odayı tıka basa doldurmak istiyorum.

Her eşya yalnızlığımın önünde koca bir perde olsun. Beni görmek için uzun uzadıya bakmak gereksin.

Onlar beni bulmaya çalışırken ben çoktan kaçar kurtulurum zaten.

Onlar kim falan diye hiç darlama şimdi beni... Ben de bilmiyorum zaten.

Bundan sonra bil ki ya içerde tuvaletteyim ya da burda. Diğer odaların kapsına kilidi vurdum. Mutfağı da yemek hazırlayıp geldikten sonra hemen kapatıyorum.

E balkon var ya orda... Ooo kime ne anlatıyorum. Kızım burası 1. kat 1.! Soytarının birisi balkondan atlayıp girse ne yapacağım bir başıma.

Öyle deme, yeni nesil bi' garip. Eskiden sokakta çocuk görünce başını okşayasım gelirdi. Şimdi koşarak kaçasım geliyor. Değişik bakıyorlar Neriman. Her an bir delilik yapacak gibi....

Ne fark ettim biliyor musun? Hani beraber yürüyüş yaparken koluma girerdin. Köpek falan çıkarsa sıkı sıkı tutardın. İşte o zaman kendimi çok güçlü hissederdim. Her tehlikeye karşı seni koruyacak yüce bir güç gibi!

Beni güçlü hissettiren de senmişsin... Ama şimdi çok güçsüzüm. Eksiğim. Yalnızım. Anlayacağın artık benim de korunmaya ihtiyacım var.

Arıyoruz bakalım başımızı sokacak bir yuva.

Haklısın burası da yuva... ama artık eskisi kadar güvenli değil.

En son geçen yıl bu zamanlarda deliksiz uyuyordum.... Nerde olacak Melike'de kalırken işte.

Sabah bir uyanırdım Erva tepeme çıkmış. Suratıma şaplak atıp kaçıyor. Koridorda bağırarak gülüyor. (Çocuk şarkısı söyler gibi) Dedem beni yakalayamaz, dedem beni yakalayamaz!

Düşünsene birisi suratına şaplak atarak seni uyandırıyor ama hiç sinirlenmiyorsun.

Sinirlenmek mümkün mü? Bir görsen maviş maviş bakıyor. İnsan sevmeye kıyamıyor ne kızması...

Güle oynaya kalkıyorum yataktan, mutfaktan mis gibi kokular geliyor.

Bilirsin "Melike kahvaltısı" diye bir şey vardır.

Her sabah üşenmeden nasıl onca şey hazırlıyor aklım almıyor. Üstelik her gün farklı bir şey.

(Biraz durur.) Ne alakası var şimdi? Sana bir şey söylemek istesem direkt söylerim.

Sanki yabancı birini övüyoruz. Kızını övüyorum kaç dakikadır. Şimdi sen neden alınganlık yapıyorsun?

Eğer senin hazırladığın kahvaltıları sevmeseydim kalkar daha iyisini kendim hazırlardım. Elim kolum tutuyor çok şükür.

Tabi canım. Hem domates peynirin nesi eksik.

Hani güzel bir manzaraya karşı kuru ekmekle çayın bile tadı bir başka olur ya! O hesap işte. manzaram sen olunca hepsi güzel bana Neriman.

(Biraz durur.) Utanınca konuyu değiştirmeni bile çok özlemişim.

Tamam tamam... Ne diyorduk... Ha Melike...

Uzunca kahvaltı yapardık işte. Ben, Erva, Melike... Yok, damat erken çıkıyordu. Akşam da 7'den önce gelmiyordu.

Kahvaltı arkasına da orta şekerli, bol köpüklü güzel bir Türk kahvesi.

Sonrası da tahmin edeceğin gibi... Erva ne isterse....

Bazen parka giderdik, “dede bir daha, dede bir daha” diye diye parktaki her kaydıraktan bilmem kaç kez kayıyor, her salıncakta bilmem kaç dakika sallanıyor...

Bir de öğlen saati Neriman. Güneş tepemizde. Valla bir köşeye düşüp bayılırım da çocuk bir başına kalır diye ödüm kopuyordu.

Eve dönerken sana çikolata alacağım deyip anca indirebiliyordum salıncaktan.

Biz yokken Melike boş durur mu. Hemen atmış fırına bir şeyler, demlemiş çayı...

Apartmana girince buram buram pasta börek kokardı. Onca park yorgunluğunun üstüne öyle güzel oluyordu ki...

(Bir anda durgunlaşır) Yok... akşamları iyi değildi... Damat benden rahatsız oluyordu.

…Ne kuruntusu bal gibi de eminim!

Surat beş karış geliyor zaten. Tek kelime etmeden yemek yiyor. Sonra da televizyon karşısında uyuyakalıyordu.

Hafta sonları daha beter. Erva babam evde diye sevinçten dört köşe. Adamın koltuktan kalkacak hali yok.

Bir yıl kaldım onlarda. Sadece bir kere pikniğe gittik. Böyle bir şey olabilir mi?

O piknik gününü de ne sen sor ne ben söyleyeyim.... Adam tuzluk evde kaldı diye 2 saat söylendi.... Ne olmuş yani insanlık hali işte.

Ben de gidip yan tarafta oturan aileden aldım geldim. Onun sinirlendiği şeyleri ben böyle iki dakikada çözünce daha çok sinirleniyordu.

Tuzluk falan bahane Neriman. Adam Melike'ye olan hıncını çıkarıyor... E neden olacak ben evdeyim diye.

Çok sürmedi sonunda istediğini elde etti zaten.

(Bir süre durup nefeslenir)

Hani gece yarısı çalan bir telefon vardır. Daha açmadan bilirsin kötü bir şey olduğunu. Hatta açana kadar geçen o kısacık sürede önce büyükler aklına gelir 'Babam kalp hastasıydı" sonra yaşı sana yakın olanlar "Abim yolculuğa çıkmıştı" en sonda da en sevdiklerin ama haberini almayı en istemediklerin akla gelir. "Aman çocuklar iyi olsun!"

Telefonu açıp yaşı geçmiş birinin ölüm haberini aldığında ilk anda bir rahatlama gelir.

Melike'de kalırken gece yarısı damadın telefonu çaldı.... Odalarımız bitişik bir konuşma duyuyorum ama ne olduğu anlaşılmıyor. Ani tepkiler veriyordu. İşte dedim kötü bir haber geliyor.

Sonra koridorun ışığı yandı. Hızlı ayak sesleri duymaya başladım. Kalktım. Yatakta doğruldum. Belki odaya gelip beni de uyandırırlar diye bekledim.

Melike'nin "Acele etme. Yavaş sür!" dediğini duydum. Sonra dış kapı gürültüyle kapandı. Erva ağlamaya başladı. Melike koşarak onun odasına gitti.... Kimse bana gelmedi.

Beni uyandırmaya gelmedilerse demek ki beni ilgilendirecek kadar kötü bir haber değil diye düşündüm.

Ama.... Hem kötüymüş hem de beni ilgilendiriyormuş.

Melike'nin kayınbabası felç geçirmiş. Geç kalmışsınız demiş doktor.

Sol tarafı tamamen tutmuyor. Sağda da kuvvet kaybı varmış. Sağ taraf için Fizik tedaviyle düzelmeler olur demiş ama sol artık yok... Bundan sonra yürüyemeyecek.

O gün damat evden tek çıktı. İki kişi olarak döndü.

Başka çocuk yok onlarda. Yani kolunu, bacağını bir gecede kaybeden bu yaşlı adama başka bakacak birisi yok.

Benim odamda karşılıklı iki baza vardı. Birinde yatıyordum, diğerine de kıyafetlerimi dizmiştim. Dolap yoktu.

Damat eve girer girmez tekerlekli sandalyeyi benim odaya sürdü. Düzeltecek vakit bulamadan kıyafetlerimi alıp yatağıma koydum. Melike hallederiz dedi. Şimdilik böyle olsun.

Artık bir oda arkadaşım vardı... Günde bilmem kaç kez bezi değiştirilen, yemeği yatağına gelen, Tekerlekli sandalyenin üzerinde banyo yaptırılan bir oda arkadaşı...

Odamız bezde beklemiş idrar kokusuyla karışık günün yemeği neyse ondan kokuyordu.

Damat evdeyken babasıyla ilgileniyordu ama işteyken... her işine Melike bakıyordu... Keşke sadece yemek yedirmekle bitseydi.

Kızımı başka bir adamın bezini değiştirirken izledim.... Garip oldum Neriman... Adama kızamadım... Damada da kızamadım... Kendime kızdım!

Elin kolun tutarken böyle sümsük gibi kızının yanına yamanırsan olacağı bu!

(Dinlermiş gibi durur.) Hiç boşuna kendini yorma. Neyin ne olduğunu biliyorum.

Çok kez düşündüm valizimi toplayıp buraya dönmeyi ama cesaret edemedim.

Alışmıştım kalabalığa, güzel kahvaltılara, Erva'ya... Zor olacaktı.

Bir gün Melike'yi mutfakta ağlarken yakaladım.

Bir köşeye sinmiş, sessizce ama hıçkıra hıçkıra ağlıyordu.

Beni görünce eliyle gözünün yaşını silip susmaya çalıştı. Epey uğraştı ama elinde olmadan hıçkırıyordu. Sonra önemli bir şey olmamış gibi yapmak için gülümsedi. Hıçkırık geldikçe gülerek kapatmaya çalıştı.

Ne diyeceğimi bilemedim. Bilirsin bizim evde öyle sessiz köşelerde ağlayan olmazdı. Birisi ağlayınca salonun ortasında bağıra bağıra ağlardı. Bilirdi çünkü. Diğerleri yanına gelecek ve hep beraber sorunu çözeceğiz.

Kimsenin ona yardım edebileceğini düşünmediği için sessizce tenhada ağlamayı seçmiş kız.

O gün hiçbir şey sormadım. Hemen kalkıp "Su vereyim baba.... yemekte şunu yaptım... Erva da uyuyakaldı heralde, ben bir bakayım" gibi karmakarışık şeyler söyleyip çıktı mutfaktan.

1 hafta kadar geceleri uyuyamadım. Melike'ye yardımcı olmak için yapmam gereken gayet basitti.

Gitmeliydim.... Onu 3 çocuklu anne telaşından kurtarmalıydım. Belki 2 tanesiyle daha iyi idare edebilirdi.

Bir süre bekledim... Bilmiyorum belki de gitmemek için bahane arıyordum.

Ev sahibinin, "Ne zaman gidecek acaba bu?" diye sohbet ortasında gözünün saate kaydığı o istenmeyen misafir olmak da istemiyordum.

Bir pazar sabahı kahvaltıdan sonra odama geçip valizimi hazırlamaya başladım. Ara sıra bile isteye yalancı gürültüler çıkardım ... Her gürültüde kapının açıldığı hayaller kurdum... Melike "Baba ne yapıyorsun?" diyordu. Erva kucağıma zıplayıp "Dede lütfen gitme!" diye ağlıyordu. En son damat gelip "Başımızın üstünde yerin var" diyordu.

Dedim ya hepsi hayaldi... hiçbiri olmadı.

Ne kadar yavaş davransam da odaya kimse girmedi.... kimse engel olmadı.

En son valizi odadan çıkarıp koridorda gürültüyle sürüp kapı eşiğine bıraktım. O an salondan Melike fırladı. Sadece "Baba?" dedi durdu.

Bu kez bir köşeye geçip hıçkıra hıçkıra ağlamak isteyen bendim ama tuttum kendimi.

Sadece "Eve" diyebildim... Sesimin titrediği belli olmasın diye başka bir şey söylemedim.

Damat da geldi sonra. "Böyle tek gidemezsin, ben arabayı hazırlayayım" deyip bir çırpıda valizimi aldı, aşağı indirdi.

Nazikçe "İyi ki gidiyorsun" dedi yani.

Neriman, damadı boşver de beni asıl üzen şey Melike'nin ilk sözüydü

"Mutfakta ilaçların var, ben onları bir poşet yapayım"

Bu mu, bu kadar mı yani? "Neden baba, niye baba, olmaz baba, gitme baba, gidemezsin baba!" Tüm bunlar dururken mutfağa gidip ilaçlarımı poşetledi.

Melike'nin bile benden bu kadar yorulmuş olmasına çok içerledim.

Hani eşyalar valize sığmayınca bir tanesini çıkartırsın ve bir anda hafifler ya valiz.... İşte kendimi o eşya gibi hissettim.

Evde gözden çıkarılan, yer açmak için gönderilen ilk kişi oldum... Zaten başka kim olacaktı.

Gidişime hayal ettiğim tepkiyi Erva verdi.... yerlere yatarak ağladı.

Onu teselli edip aşağı inmem yarım saat sürdü.

"Geçici olarak gidiyorum. En geç bir aya geri döneceğim" dedim.

Bir ayı falan nerden bilsin çocuk. Ağlamaya devam etti tabi...

"Biliyorum! Hasta dede yüzünden! Sen de yanında durup hastalanmamak için gidiyorsun!" diye bağırdı.

Tam olarak olmasa da en doğrusunu sen söyledin be Erva'm.

Çocuklar gerçekten çıkarsız severmiş.... Dünyaya yakışmayacak kadar temiz bir sevgi...

(Seyirciye bakar.) Sonra derken? ... Sonrası yok. İşte geldim burdayım.

Damatla yolda tek kelime etmeden geldik. Sağolsun valizimi buraya kadar çıkardı. "İhtiyacın olursa arayabilirsin" deyip gitti.

Ondan büyük beklentilerim olmadığı için ne dese üzülmem de sevinmem de...

İnsanın beklentileri, çok sevdiklerinden oluyor... Tabi öyle olunca en çok üzen de en çok sevdiklerin oluyor.

Mesela Melike'nin mutfağa gidip ilaçlarımı hazırlaması, damadın valizi elimden kapıp aşağı indirmesinden daha çok üzdü beni.

(O esnada kapı çalar. Faruk korkarak yerinden fırlar. Gözleri açılmış şekilde seyirciye bakar.)

Kim ki bu saatte?... Beklediğim kimse yok Neriman!

(Kapı bir daha çalar. Faruk biraz kısık sesle konuşmaya başlar.)

Çalsın çalsın gitsin. Açmayacağım.

(Seyirciye bakıp dinler gibi yapar.) Ne kargosu canım! Hiçbir şey söylemedim ki...

Birazdan çıkar kontrol ederim ama şimdi açmayacağım.

Ben artık böyleyim Neriman!

... Hiç onları hatırlatma. Kapı kilitsiz yattığımız günler geride kaldı. Sokaklar it kopuk dolu.

(Yavaş yavaş sahnenin seyirciye göre sağına yaklaşır.)

...Önce bir delikten bakayım. Gitmişse açarım...

(Yavaş adımlarla sahneden çıkar. Bir kapı açılma sesi duyulur. Sonra kapanır. Faruk elinde bir kargo kutusuyla sahneye girer.).

Haklıymışsın. Kargoymuş.

(Boynuna asılı gözlüğünü takar. Kutuyu evirip çevirip incelemeye başlar.)

(Bir anda kafasını kaldırır. Seyirciye bakıp dinler gibi yapar.) Ben mi?... Yok yok anlamam ki öyle şeylerden...

Ya yanlış geldi ya da tanıdık birisi gönderdi...

Aa Yonca yazıyor! Bizim Yonca!

Evet evet... En son Yunanistan'tandaydı...

Dur bakalım, ben de merak ettim.

(Kutuyu açar. İçinden bir tane kağıt çıkarır.)

Bak not da bırakmış.... Sonra okusam diyorum? …. A yok yok asla sesli okumam.. Ama Neriman biliyorsun sesim bir şeyler okurken... Ooof tamam tamam sen kazandın!

(Boğazını temizler. Kağıdı alıp okumaya başlar.)


Sevgili Babacığım,
Sana Yunanistan'dan yazıyorum. Seyahat etmeyi sevdiğimi biliyorsun ama bir süredir burdan ayrılamadım.

İnsanları bizim oraya çok benziyor. Hiç yabancılık çekmiyorum. Yine de bazı yerlerde Türk olduğumu söylemesem daha iyi oluyor. Hemen endişelenme, şu ana kadar kötü bir şey yaşamadım.

Burada küçük, güzel bir ev tuttum. Bolca geziyorum, okuyorum. Akşamları da yazmaya ayırıyorum. Bu arada son yazdığım dizi yayınlanmaya başladı. Keşke televizyonda olsaydı. Açıp izlerdin ama bu internet dizisi. Bilmiyorum Mustafa abim yanına uğruyor mu ama o gelirse bilir nasıl yapılacağını. Söyle mutlaka sana izletsin.

Yakın zamanda geri dönmek gibi bir niyetim yok. Gündüz gezip akşam yazmak şimdilik güzel gidiyor. Yalnızım diye düşünme. Bir sürü arkadaş edindim. İngilizce'yle çat pat anlaşıyoruz.

Telefon numaranı değiştirmişsin. Mustafa abime sordum. Yeni numaranı o da bilmiyormuş. Neden bilmiyor? Yoksa hiç gelmiyor mu yanına?

Eskiden sizinle ettiğim tüm kavgalar için çok utanıyorum. Şimdi dönüp baktığımda söylediğim her şey saçma geliyor. Bunu son zamanlarda çok yaşamaya başladım. Artık doğruluğuna emin olduğum çok az şey kaldı. O yüzden kolay kolay kimseyle tartışmaya girmiyorum. Sen de öyle yap lütfen. Sakın hiçbir şey için canını sıkma.

Sana burdan lokum gönderiyorum. Bence bizimkinin yanına bile yaklaşamaz. Lütfen bir anda çok yeme. İlaçlarını düzenli kullanmayı da unutma.

Aşağıya burada kullandığım hattın numarasını yazdım ama sen arama. Yurt dışı hattı olunca çok yazar. Bu numarayı çaldır kapat. Ben seni ararım. Çok çok öpüyorum.

Seni çok seven kızın Yonca...

(Kâğıdı katlayıp cebine koyar.)

Ben bunu sonra yeniden okuyacağım... (Kafasını kaldırıp seyirciye bakar.) Oo Neriman, ne o gözler şimdi. Sil çabuk. Hemen sil!

(Derken kendi göz yaşlarını da siler.)

Duymadın mı ne kadar mutlu?

Şahsen benim içim rahatladı. Kızım mutluysa ben de mutluyum. Nerede olursa ne yaparsa yapsın.

Zaten bize kalsa hala atanmak için ders çalışıyordu. İyi ki dinlememiş de şu dizi-film işine girmiş.

... Tamam öğretmenlik de çok yakışırdı ama zordu zor!

Kaç kişi sınava giriyor da kaç kişi atanıyor?

... Özel sektör ayrı dünya. Aylık paranı alabilirsen ne mutlu.

Bence en iyisini yaptı. Kızın hayal dünyası bambaşkaydı. Çizdiği o resimleri hatırlıyor musun?

Yaşıtları arkaya İki dağ, bir güneş ortaya bacası tüten ev çizerdi. Bizimki bir gün uzay mekiği ertesi gün yer altı dünyası...

Çok da güzel hikâye yazardı. Bizden de bir şeyler katıyordu biliyor musun?

Fark ettiğimi söylemiyordum ama bir keresinde baba kız arasında geçen bir şeyler yazmış. Baba aynı ben. Kız için de belli olmasın diye kendini değil Melike gibi birini yazmış.

Ne zaman canını sıkan bir şey olsa yazardı işte. Bazen de kendimi suçluyorum. Acaba biz onu anlamak için pek uğraşmadık da kız kendini kağıtlara mı döktü?

Bilmiyorum belki de sadece yetenekli olduğu içindir.

Ona özenmeye başladım biliyor musun?... Tek başına yurt dışında yaşıyor Neriman!

Ne içer ne yer... Korkmuyor mu mesela? Tek başına sokağa çıkıyor. Tek başına eve dönüyor. Geceleri desen yine bir başına.

Çağırsa yardımına da gidemeyiz….. Kaç kilometre olmasını geçtim. Vizesiydi, pasaportuydu... Kesin gidemeyiz.

Belki de biz gidemeyelim diyedir. Bizden kaçmıştır yani....

Öyle deme senden sonra aramız pek iyi değildi.

Kocaman kız oldu ama evin en küçüğü olunca hiç sözü geçmedi . Tek başına bir şey yapmasına da pek izin vermedim....

Napıyım korktum. Senden sonra bir anda çok sorumluluk bindi üstüme. Başlarına bir şey gelecek diye ödüm kopuyordu. Bir süre hiçbirini evden çıkartmadım.

Sonra yavaş yavaş Mustafa'yla Melike ekmeğe gitmeye başladı ama Yonca hep kaldı. Küçüktü, başına bir şey gelir korkusuyla dışarı adım attırmadım.

Şimdi neden gezmeyi çok sevdiğini anlıyorum.

Beni neden çok sevmediğini de...

...Bakma sen mektuba, burdan son çıkışını görseydin hiç böyle düşünmezdin.

Çarptığı kapıyla tüm apartman sallandı.

... Boşver. Her zamanki konular işte.

O artık tek başına kararlar verip tek başına bir şeyler yapmak istiyordu. Ben de evin en küçüğü diye tüm babalığımı onun üstünde kullanmaya devam ediyordum.

Özgürlüğünü kısıtladığımı fark etmemiştim çünkü bana sorsan iyi niyetimden yapıyordum. Onu dışardaki kötülüklerden korumak için.

O da onu koruyamayacağım kadar uzaklara gitti...

Yok yok o gün hemen yurt dışına gitmedi.

Kapıyı çarpıp çıktıktan sonra gece eve gelmedi. Belki yüz defa aradım. Mustafa'yı emniyete, Melike'yi hastaneye gönderdim... Yok, bulamadık.

Ertesi gün sabah geldi. Kızmadım. Hiçbir şey demeden öylece yüzüne baktım. O da bana baktı. Öfkeyle tabi.... Sonra odasına gitti. 2 gün çıkmadı. Melike götürdü yemeklerini.

3. Gün sabah küçük valizle çıktı odadan. Güzelce giyinmiş, saçını başını yapmış. Yüzünde de sahte bir tebessüm...

Şu üniversitenin şu bölümü için bir şeyler bir şeyler yaptım. Geçen hafta şuna katıldım az önce açıklandı. 100 kişi içinden ilk 5'e girdim falan filan derken kurduğu uzun cümleden anladığım tek şey bir yerden kabul aldığı ve o yerin Yonca'ya eğitim görmesi için burs vereceğiydi.

Bu söylediklerinde verdiği mesaj çok netti. "Ben gidiyorum ve sizin paranıza bile ihtiyacım yok."

Üstelik tüm bunlar yaşanırken yanı başında yolculuğa hazır bir valiz duruyordu.

Ne lütfen kal diyebilirdik ne de asla gidemezsin...

Planını güzelce yazmış, bir güzel de oynamıştı.

Sadece hoşçakal diyebildik.

(Konuşurken lokum kutusunu açıp yemeye başlar.)

Mustafa'yı bilirsin abilik taslamayı sever. O bile sadece "valize yardım edeyim" diyebildi.

Aşağıda taksisi de hazırdı.

Öyle gece yarısı pijamayla pencereden kocaya kaçar gibi gitmedi. Güzelce giyindi, süslendi. Güpegündüz gözümüzün içine bakarak gitti.

Karşı mahalleye, komşu şehre değil başka ülkeye gitti.

Helal olsun demek lazım Neriman.

Valla bak, önce kızdım ama sonra çok takdir ettim.

Şimdi televizyonda, internette kocaman harflerle adı yazıyor.

İnsanlar Yonca'nın aklından geçenleri izlemek için ne paralar ödüyor.

1 ay önce falandı. Bakkala çıktım... Bizim bakkal ya.... Yok yok hala kapatmadı. Ama yaşlandı tabi. Oğlu duruyor şimdi.

Neyse işte bakkalın oğlan dedi. Yonca'nın dizi listelelerde hep birinciymiş. Herkes onu konuşuyor dedi.

Sevindim tabi de oğlana ters yaptım... E çikolatayı çiçeği alıp geldiler ya.... Yonca için tabi.... Gülme canım! Kız daha 18'indeydi.

Valla o gün tekme tokat kovmadığıma şükretsinler.

Aslında ben o günden beri bakkaldan bir ekmek bile almıyordum da artık bacaklarım çok fena.

Telefonla arayıp fırından getirtemezsem mecbur gidiyorum.

Yeni yeni oğlana da üzülmeye başladım ... Evet evet bakkalın oğluna.

Taş çatlasa 15 metrekare yerde birisi gelecek de üç beş kuruş kazanacağız diye gün boyu bekliyor.

Beklerken de sevdiğinin dizisini izliyor demek ki.

Düşünsene zamanında talip olduğun kadın dizi-film yazıyor, herkes onu konuşuyor. Sen babandan kalan bakkalda sakız satıyorsun.

(Karşısına bakıp bir anda sinirlenir.) Tutma kendini gül gül! Tabi sen buruşup kokuşmadan göçüp gittin Prenses!

(Biraz durup sakince konuşmaya devam eder) Sen bilmezsin ama yaşlılık garip şey Neriman, sinirden deli olduğum şeylere gözüm dolar oldu.

Sokakta annesini emen yavru kedi görünce öylece geçip gidemiyorum artık.

Anne üstüme atlayacak gibi bakmasa ağzımda yarım tebessümle öylece izleyesim geliyor.

Ben ki esip gürleyen o yiğit delikanlı, şimdi gözü yaşlı bir meczup oldum çıktım.

Yalnızlık ve yaşlılık hiç yan yana gelmemesi gerekirken can ciğer olmuşlar.

... Yok yok hepsi dolu.... Kaç gündür kim bilir kaç tane huzurevi aradım... Hep aynı cevap.

Ne demek elimden gelenin en iyisi değil! E daha ne yapacağım?

(Sinirle masaya oturur.)

Tamam Neriman! İzin verirsen birkaç yer daha arayacağım... Hiç değişmemişsin hiç...

(Masadaki defterden numara okuyup telefona yazar ve arama yapar.)

Sanki ben istemiyor muyum? Sürekli arıyorum işte. (Eliyle sus işareti yapar.) Şştt çalıyor!

Alo... Merhabalar kolay gelsin... Ben daha önce de aramıştım. Hatta dolu olduğunuz için yedek listesine kayıt yaptırmıştım. Şimdi telefon numaram değişti de onu haber vermek için.... Nasıl?... Buyrun dinliyorum.... Sınav mı?... İlk kaç kişi dediniz?.... Peki mülakattan sonra.... Yaşlılık eğitimi?... Ceza puanı!... Anladım. Ne zaman demiştiniz?... Peki teşekkür ederim. İyi günler.

(Telefonu kapatır. Sinirle konuşmaya başlar.)

Bunlar delirmiş Neriman! Huzurevi'nde bir kişilik yer açılmış. O bir kişiyi seçmek için yazılı sınav yapacaklarmış. Sınavda ilk 10'a girenler, sözlü mülakata çağrılacakmış. Mülakat sonucunda ilk 3'e girenler Yaşlılık Eğitimi alacakmış. Eğitim sonunda bir sınav daha yapıp birinciyi alacaklarmış!

Bunlar olana kadar ecelim gelir ölürüm be!

Sınavda sorumlu olduğumuz konuları falan saymaya başladı. Ben o konulara çalışacağıma iki rekat namaz kılar ahiret sınavına hazırlanırım!

Hepsinin sonunda olur da katılmaya hak kazanırsanız huzurevimizde uyguladığımız ceza puanı sistemimiz var diyor. Gece yatağa işersen, bağırarak konuşursan, uzun uzun anı anlatıp kafa ütülersen ceza puanı alıyormuşsun. Yıl sonunda en çok ceza puanı olan atılıyormuş.

Düşünsene o kadar çalışıp kazanıyorum. İki gün çişimi tutamadım diye atıyorlar.

Yok yok sınavına da girmem, zorla çağırsalar da gitmem!

Bu yaştan sonra, yalnız ölmeyelim diye maymuna da dönmeye gerek yok.

Zaten telefonu falan fırlatıp bu derbeder hayatı kabullenmeme şu kadar kaldı

Kaç aydır bıktım ya! Orayı ara burayı ara hep aynı. Bir adım ilerleme olmadı. Yerimde sayıyorum da diyemiyorum. Hep geriye hep geriye...

Biliyor musun yaşlanınca yerinde sayılmıyormuş Neriman, geçtim bir yılı bir ayı, bir öncesi günden bile hep daha kötü oluyor.

Daha yorgun, daha muhtaç, daha yalnız....

Artık ışıkları falan açık unutuyorum. Bir keresinde lavobada elimi yıkayıp musluğu kapatmadan gelmişim buraya.

Eskiden olsa su sesine döner kapatırdım ama kulaklarım da artık o kadar iyi duymuyor. Yeniden çişim gelene kadar öylece akmış.

Anlayacağın her gün hiç aklıma gelmeyecek yeni dertlerim oluyor. Daha önce kolayca yaptığım yeni zorluklar çıkıyor.

(Hafif utanarak) İşte durum böyle olunca Huzurevleri de tıka basa dolunca aklıma başka bir şey daha geldi benim.

.... Saçmalama! İntihar aklımın ucundan bile geçmedi, geçmeyecek!

... O da aklıma geldi ama kendime zor bakıyorum Neriman. Kediye köpeğe yazık.

(Kaygılı bir şekilde birkaç adım atar. Söyleyip söylememek de kararsızdır.)

Şey geldi aklıma.... acaba dedim.... acaba... evlensem mi?

... Ya dur hemen köpürme. Zora düşünce İnsanın aklına her şey geliyor.

Ne yalan söyleyeyim bir ara bayağı bayağı düşündüm bu konuyu.

Yeni aşkım, ikinci baharım gibi değil de sadece can yoldaşı olarak...

Evde bir ses, bir kıpırtı...

Neyse işte çevreyi şöyle bir gözden geçirdim. Masaya oturup ciddi ciddi "Dul Kalanlar Listesi" yaptım.

3-5 kişi anca çıktı. Ben de ikinci sayfaya geçtim. "Hiç Evlenmemişler Listesi" ...

Sonunda 8-9 kişilik bir listem oldu... Sonra da... vazgeçtim, öyle kaldı liste.

(Biraz durup eliyle saçını falan kaşır. İleri geri adım atar.)

Keşke öyle kalsaydı.... Anlatıcam ama valla bak çok pişmanım.

... Şimdiden böyle yaparsan nasıl anlatayım?

Tamam, söz ver, küsmece darılmaca yok....

İsim vermeden anlatsam olur mu?... Ya ne yapacaksın kimmiş neymiş?... Peki Neriman! Belki gece rüyasına girip korkutursun!

Buraya taşınmadan önceki evimizi hatırlıyor musun?... Evet eski mahalle.

Ben yalnız kalınca o günlere çok gittim. Çok yad ettim.

Hep güzel hatırladım oraları. Hazırladığım listenin nerdeyse hepsi eski mahalleden.

...Burda kimseyi tanımıyorum ki. Şimdi sen konuyu değiştiriyorum sanacaksın ama evin dışarıya açılan penceresi senmişsin.

Senin sayende biz gittiğimiz yerde insanlarla tanışıp arkadaş oluyormuşuz.

Senin sayende insanlar evimize gelip soframıza oturuyormuş.

... Yok yok valla diyorum kimse gelmez oldu. En son cenazede gördüğüm bir sürü yakın arkadaşımız var.

Aslında tam tersi olması gerekirdi değil mi? Destek olmak için beni yalnız bırakmamaya çalışmaları lazımdı.... Öyle bir bıraktılar ki, zilin sesini unuttum...

... Tamam ya iki dakika içimizi döktük.

Ben bu listeyi hazırladıktan sonra ara ara eski mahalleye doğru yürüyüşe çıkmaya başladım.

... Sadece ondan değil canım. Belki bir dost görür çay içer sohbet ederim diye de düşündüm.

Bir yandan da listedeki kişilerin son hâllerini öğrenmeye çalışıyordum.

Belki bir şeyler duyarım düşüncesiyle her gittiğimde köşedeki kahveye oturmaya başladım.

Git gel git gel listeden 2 kişinin vefat ettiğini öğrendim. Bir tanesini de evlenmiş.

Geriye zaten 4-5 kişi kalmıştı. Durum böyle olunca hiç dedim bu işe bulaşmadan bırakayım.

Tam böyle düşündüğüm günlerden birinde kahvede kulağıma bir söz çaldı

"Elektrikçi Cemal'in taziye evi Yozgat'ta olacakmış."

Bunu duyunca dayanamadım. Çay getiren çırağa sordum. Ne zaman oldu?... 2 gün önce... Eşi? ... Cenaze için 2 hafta Yozgat'ta kalıp sonra buraya gelecekmiş.

Çocuk eşini sorunca bi garip baktı ben de hemen ekledim "Neyse gelince taziyeye gideriz."

2 hafta kadar eski mahalleye gitmedim. Evde anıları tekrardan gözden geçirmekle meşguldüm

Cemal'i hatırlamaya çalıştım.... Birkaç kez küçük tamiratlar için bize gelmişti.

Bi' geldiğinde telefonu çalmıştı. Açıp "Fikriye Hanım, işteyim." deyip kapatmıştı.

Demek ki evde birbirlerine Hanım, Bey diye hitap ediyorlardı.

Daha şimdiden zor alışacağım farklılıklar hatırlamaya başlamıştım.

Hatırlıyor musun, hep balkonda kahvaltı ederlerdi. Sabahın erken saatinde onların taraftan çay karıştırma sesi gelirdi.

Biz de balkona sadece çamaşır sermek için çıkardık.

...Akşamüzeri marketten dönerken kol kola görürdüm onları. Düzenli yürüyüşe çıkarlardı. Ne yalan söyleyeyim özenirdim Neriman. Biz öylece oturup bilmem nerede yapılan soygunun haberini izlerken onlar karı koca gülümseyerek yürürlerdi.

... Şaka yapıyorsun heralde ... Yarım saatlik yürüyüş için bir saat yalvarmak istemediğim için olabilir mi?... Peki Neriman peki. Yine sen haklısın... Allah Allah niye susturmaya çalışayım. Tamam diyorum işte kabul ediyorum. Suçlu benim!

(Bir süre susar. Öylece durur. Sonra hiçbir şey yokmuş gibi devam eder.)

2 tane kızları vardı hatırlıyor musun?... Bizimkilerden küçüklerdi.

Erken evlenmemişlerse hala anneleriyle beraber olmaları lazımdı. Bu benim için önemli bir detaydı.

2 hafta boyunca böyle önemli önemsiz bir sürü şey hatırladım. Tabi asıl amacım Fikriye'yle anlaşabilir miyim sorusuna cevap bulabilmekti.

.... Ama bak böyle yaparsan yemin ediyorum devamını anlatmam... Ne demek komiğime gitti?.... Seni tanımasam inanacağım.... Bal gibi de sinirlendin ondan bu kahkahalar.

...Kızabilirsin ben ona bir şey demiyorum ki... Ama böyle gülmen kötü hissettiriyor.... Utanıyorum çünkü!

İyi madem hızlı özet geçerim... E sen istedin ama bunu.... Anlatırken gurur duymuyorum. Pişman olduğum bir şey bu....

... Gülüp attıysan tüm sinirini devam ediyorum...

Neyse işte enine boyuna 2 hafta düşündüm.

Bu 2 hafta içinde yalnızlıktan boğazımdan lokma geçmediği her an, içimden "öyle ya da böyle bu iş olmalı" dedim.

Bu evde yaşadığım tüm dertlerin çözümünü evlenmeye bağlamıştım

Konu şu kişiyle şu zamanda şurada evlenmek değildi. Konu, mümkün olan en kısa sürede biriyle evlenmekti.

Yaptığım listeye göre en mümkün adaylardan biri de Fikriye olduğu için artık durup beklemenin bir alemi yoktu.

Evde geçirdiğim 2 haftanın sonunda sadece gözlem amacıyla yeniden eski mahalleye gitmeye karar verdim.

Çok dikkat çekmeyecek sıradan kıyafetlerle kahveye gidip oturdum.

Kalabalık grubun biraz arkasına denk gelen masada gazete okurmuş gibi yapıyordum.

Bu esnada "Dün akşam hanımla taziyeye gittik." gibi bir şey işittim. Hemen kulak kabarttım.

Aynı kişi, "Bayağı toparlamışlar. İyi görünüyorlardı." dedi.

Duymak istediğim her şeyi duymuştum. Hızla eve döndüm.

Bir gece daha bu soğuk duvarların arasında uyuyup ertesi sabah bu işi halletmeye karar verdim.

Yatmadan önce kıyafetlerimi hazır edip taziye evi çok kalabalıklaşmadan gitmeliydim.

Dolabın üstlerinde son zamanlarda giydiğim pasaklı kıyafetlerim vardı. İşe yarar bir şey bulmak için altları, uzak köşeleri karıştırmam gerekti.

(Arkadaki dağınıklığın içinde beyaz bir gömlek çıkartıp önünü iliklemeden üzerinde geçirir.)

Sonunda kaliteli beyaz bir gömlek ve siyah kumaş pantolonda karar kıldım.

.... Lütfen bu konuyu şimdi açmayalım!....

... Haklısın, şu an geri dönüp baktığımda vefat etmiş eşimin hediye ettiği gömlekle birine talip olmaya gitmek kulağa iyi gelmiyor....

Ama o an gömleği senin hediye etmiş olman bana büyük bir sorun gibi gelmedi... Delirmiş gibiydim Neriman, hedefe kitlenmiştim...

Konu sadece gömlek pantolon değil ki. Ben uzun aradan sonra ilk defa parfüm de sıktım. İlk defa aynaya da baktım. İlk defa ayakkabımı da boyadım.

Bir taziyeye giderken en fazla ne kadar şık olunabilirse o kadar şık olmalıydım...

Gecesinde sanki ertesi sabah sınava girecekmişim gibi heyecanlıydım.

Tam uyumadan kısa süreli dalmalarla gece bitti.

Sabah hızlı bir kahvaltı, banyo, ütü...

Evet Neriman ütü de yaptım....

... Gülmen bittiyse izninle devam ediyorum...

Sanki bir damattım ve gelin almaya gidiyor edasıyla evden çıktım.

(Sokakta yürüyormuş gibi anlatmaya devam eder.)

Sokakta uzun aradan sonra ilk defa yanından geçtiğim insanlarla göz göze gelmeye başladım. Normalde ben onlara bakardım ama kimse bana bakmazdı.

Biliyor musun, sokakta insanlar yaşlılara bakmıyor bile. Büzülmüş ve solmuş, yürüyen gri noktalar gibiyiz.

Yaşlılığı zamanla gelişen bir normal gibi görmek yerine bakmakla bulaşan bir hastalık zannediyorlar.

Sanki bize bakınca yaşlılık virüsü bulaşacak da dişleri, saçları dökülecek, kamburları çıkacak gibi korkuyorlar.

(Kendiyle gurur duyarak) Ama İşte o gün ben bakılma mertebesine ulaşan bir yaşlıydım.

Kim bilir belki de içlerinden keşke benim dedem de böyle olsa diyorlardı.

Eski mahalleye girdiğimde bakışlar biraz değişmeye başladı. Beni daha önce görüp tanıyan insanlar daha ilk bakışta bir terslik seziyordu.

Hayranlıkla bakan gözlerin yerini kuşku, hatta biraz alay aldı.

Bakışlar değişince ben de değiştim. Garip bir tedirginlik sardı. Normalde selam vermeden geçmediğim esnafların önünden hızlı adımlarla geçiverdim.

Mahalleye girdiğim andan itibaren üstüme sokak renginde koca bir palto giyip görünmez olmak istedim.

Bir an bile durmamaya çalıştım. Çünkü biliyordum eğer durursam ya sokağın ortasına çöküp kalırdım ya da koşarak eve dönüp bir daha çıkmamak üzere kendimi kapatırdım...

Kahvenin önünden geçerken birkaç alaycı kahkaha duydum. Belki yapılan siyasi bir tartışma içindi, belki de bir gazete başlığınaydı ama o an, o alaycı kahkahayı hemen üstüme aldım.

Bir an bile kafamı çevirmeden kahvenin önünden de geçtim ve nihayet girmem gereken apartmanın önüne geldim.

Zillerin üstünde yazan isimleri okumaya çalıştım ama uzun sürecek gibi olunca ortalardan birkaç tanesine bastım.

(Ağzıyla zil sesi yapar.)

Zillere basarken elimin titrediğini fark ettim.

Dışarıdan bakıldığında eski bir dosta taziye ziyareti gibi görünüyor diye düşünerek kendimi rahatlatmaya çalıştım

Ne demeliyim, konuşurken ellerimi nereye koymalıyım, samimi başlayıp ciddi mi devam etsem diye düşünürken apartman kapısı açıldı.

Kafamda yanıtlanmamış bir sürü soruyla yukarı çıktım. 2. kata geldiğimde sağ taraftaki dairenin ev sahibi kapıyı açmış merdivene bakıyordu.

Yanlışlıkla bastığım zillerden birisi onlarındı sanırım.

Hafif sinirle bana bakarken göz göze geldik "Taziye için..." dediğim anda sert bir hareketle yukarıyı gösterdi ve kapıyı kapattı.

Zannedersem yanlışlıkla zillerini çalan ilk kişi ben değildim.

3. Kata çıktığımda sol taraftaki dairenin kapısının önünde bir kız bekliyordu. Gözleri kızarık olmasından ev sahibinin kızlarından birisi olduğunu düşündüm.

Biraz dikkatli bakınca siması tanıdık geldi ama epey büyümüş, değişmiş tabi..

Sesim titreyerek "Taziye için gelmiştim müsait misiniz" diye sordum

Sanki ilk defa “müsait misiniz” diye soran biriyle karşılaşmış gibi afalladı. Hiçbir şey demeden geriye çekilerek kapıyı tamamen açtı.

İçeri girdim. Kaç gündür kafamda kurduğum an gerçekleşiyordu.

Koridoru doldurmuş poğaça kokusu hoşuma giderken birkaç oda uzaktan gelen kalabalık insan sesleri canımı sıktı.

Kız ben durunca "soldan ikinci oda" dedi.

Tam olarak beni korkutan kalabalık seslerin kaynağını tarif ediyordu.

Ben oraya ilerlerken o poğaça kokusunun geldiği mutfağa girip beni yalnız bıraktı.

Yalnız kaldığım 4-5 adımlık koridor mesafesinde geriye dönüp koşarak kaçma fikri yeniden aklıma geldi.

Her yeri kaplamış poğaça kokusu beynimi hamurlaştırmış olacak ki kaçmayı düşünürken kendimi bir anda salonun ortasında buldum.

8 çift göz bana bakıyordu. Bunlardan bir tanesinin Fikriye, bir tanesinin de diğer kızı olduğunu düşünürsek hesaba katmadığım 6 yabancı vardı.

Taziye evi işte. Ne bekliyorsun ki. Baş başa akşam yemeği mi olacaktı?

Ben ayakta dikilirken diğer kız hemen kalkıp bana bir yer gösterdi.

Gösterdiği yere otururken hızla önüme sehpa çekilip poğaça tabağı ve çay koyuldu.

Kafeye gitsen böyle hızlı hizmet alamazsın. Bizim memleketin cenazeleri böyle işte.  Ha yeni lokanta açmışsın ha taziyen var. İyi hizmet etmezsen herkes ayıplar.

Ama Fikriye kızları iyi yetiştirmiş kimse arkalarından iki kelime edemez.

Neyse işte odaya yeni giren birisi olunca kalabalık sohbeti ortada kesip bir anda bana döndü.

O an keşke önümdeki poğaçalar kabarıp her tarafımı sarsaydı. Koca bir hamur topu olarak balkondan atlayıp eve koşsaydım.

Üzerime dikilmiş bakışları savabilmek için Fikriye'ye dönüp "Yeni duydum" dedim. "Başınız sağ olsun.”

Bilirsin, Fikriye soru sormadan cevap verenlerden. Benim başka bir şey dememe gerek kalmadan. Hemen bir şeyler anlatmaya başladı. Araya kalabalıktan da birileri girip bir şeyler söyleyince konunun öznesi olmaktan tamamen kurtuldum.

İlk andaki yoğun dikkat üzerimden gidince çaktırmadan salondakilere göz gezdirdim. Birkaçı mahalleden tanıdık simalardı. İlk defa gördüklerim de vardı.

Sohbet devam ederken bir karı koca bize müsaade deyip kalktı. Bana biraz rahatlama geldi. Poğaçadan yeyip tek seferde çayı bitirdim. Kızlardan birisi yan gözle beni takip ediyormuş heralde. Hemen bardağı elimden alıp mutfağa koştu. Gerçekten kafede böyle hizmet yok.

İki kadın daha Fikriye'yle görüşüp kalktılar. Böylece Fikriye ve kızları dışında sadece 2 kişi kaldı. Ortam iyice sakinleşmeye başlayınca yavaştan sohbete dahil olmaya karar verdim.

Tam ben bir şeyler söyleyecektim ki Fikriye bana dönüp... seni anlatmaya başladı.

.... Aynen işte ben de böyle bakakaldım Neriman... O anlattıkça diğer iki kişi de söze girip senin hakkında bir şeyler söylediler.

Sadece poğaça, çay getirip geldiğimden beri tek kelime etmeyen kızlar, seninle bir anılarını anlatmaya başladı.

Bakkalda karşılaşmışsınız. Sen para üstüyle kızlara çikolata almışsın. Hayatımda yediğim en lezzetli çikolataydı dedi kız. Duramadı Fikriye de yeniden bir şeyler anlatmaya başladı.

...Dur şimdi.... Cümle cümle her şeyi hatırlamıyorum... ama hep iyi şeyler konuşuldu.

Sohbet güzel güzel devam ederken Fikriye bir anda durup “Siz nasılsınız?” dedi.

Aynı ilk geldiğim an gibi. Odadaki herkes sustu ve bana bakmaya başladı.

Biraz durup "İyiyim" dedim. Verdiğim cevap yeterli gelmemiş olacak ki tüm gözler hala üzerimdeydi.

Ben de üzerimdeki dikkati dağıtmak için hemen çocukları anlatmaya başladım.

Yonca yurt dışında deyince kızların gözü parladı. Birbirlerine dönüp bir şey fısıldaştılar. Belli ki bunlar da gitmek istiyor.

Biraz Melike'yle Mustafa'yı da anlattım. Bu ikisi dinleyiciler de pek merak uyandırmadı.

Biliyorum onların ne istediğini. Mustafa telefonlarımı açmıyor. Melike'nin kayınbabasına inme indi diye anlatsam bak nasıl dinlerlerdi.

Ya bir eğlence ya bir kaos duymak istiyor insanlar. Sohbet bekledikleri gibi gitmeyince Fikriye araya girdi. "Siz evde bir başınıza yaşıyorsunuz o zaman?"

Boynumu büküp "Evet" dedim.

Konu istediğim şekilde ilerliyor diye düşünürken kenardan patavatsızın birisi atlayıp "E ne olacak, bu saatten sonra herkes yalnız" dedi.

Fikriye hak verdi. "Geçmişte yaşadığınız güzel günlerin borcu gibi düşünün" dedi.

... Ne diyeceğim Neriman. Sanki aynı fikirdeymişim gibi kafa salladım. O andan sonra sohbetten koptum. İçime kapandım.

Arada bir anda şöyle bir şey duydum. "Kızlarım bana yeter. Üçümüz her şeyin üstesinden geliriz"

Sonra kızlar gidip annesine sarıldı. Dönüp onlara baktım ve gerçekten her şeyin üstesinden gelecek kadar güçlü görünüyorlardı.

Aralarında benim gibi çaresiz bir adama yer yoktu.

Buraya gelirken aklımdan geçen fikirler için utanmaya başladım. Bir an önce bu evden çıkıp gitmem gerekiyordu. Biraz daha beklersem yerimden kalkamayacak kadar düşkün hale gelebilirdim.

Yerimden kalkınca hararetli sohbet anında kesildi. "Tekrardan başınız sağolsun" dedim. Fikriye teşekkür etti. Sonra kızlara beni uğurlamaları için kaş göz yapıp hararetli sohbete kaldığı yerden devam etti.

Koridorda yürüyüp evden çıkarken ilk geldiğim anı ve aklımdan geçenleri düşünüp yeniden ve daha şiddetli utandım.

Apartmandan çıkıp eve yürürken yol boyunca bir sürü karar aldım.

Bu kararları alırken utanmanın yerini öfke almıştı. En çok kendime öfkeliydim. Kendi kendimi düşürdüğüm durum aklıma geldikçe önce utanıyor sonra öfkeleniyordum.

Eve gelince kendimi karşıma alıp küçük çocuk gibi azarlamaya başladım. Bundan sonra bu evdesin ve yalnızsın!

Ne çocuklarına ne de başka insanlara sığınmayı aklından bile geçirmeyeceksin!

Yok öyle kalabalık, kahkahalı sofralar! Tek başına yemek yemeyi öğreneceksin!

Bir süre bu kurallarla mutsuz ve yalnız bir şekilde yaşadım. Sonra bakkalın televizyonunda bir huzurevi reklamı gördüm.

Reklamda dolu dolu kahkahalarla gülen yaşıtlarım vardı. Temiz, yeşil bir bahçede hep beraber çay içiyorlardı. Ne yalnız ne de mutsuz görünüyorlardı.

Bir ekmek almak için gittiğim bakkaldan kafam allak bullak olmuş şekilde döndüm

Daha önce nasıl aklıma gelmemişti. Tabi ya huzurevi! Yalnız yaşlılar için bulunmuş en modern çözüm yöntemi!

2-3 gün bu fikirle yatıp kalktım. Sonunda kesinlikle benim için en uygun olan şeyin huzurevinde kalmak olduğuna karar verdim. Çocuklara sormama bile gerek yoktu. Zaten ne diyebilirlerdi ki?

Telefondan internete girmeyi pek beceremeyince bakkala gittim. Bakkalın oğlundan rica ettim.

Sağolasın o da bana burdaki ve komşu illerdeki tüm huzurevlerinin numarasını yazdı.

(Masadaki defteri gösterir.)

Eve döndüm, şu masanın başına oturdum ve durmadan telefon ettim Neriman.

Cevap hep aynıydı. "Yer yok, yer yok, yer yok...."

Reklamını gördüğüm yeri de aradım. Madem reklam vermişler demek ki yerleri vardır değil mi?

"Efendim reklamın altında geçen siyah şeritte yazdığı üzere yedek listesine kayıt için verdiğimiz bir reklamdı."

"Ne siyah şeriti ya? Ne yedek listesi? Ne diyorsun sen?" Diyemedim tabi. Yedek listesine beni de yazın deyip kapattım.

Bir dakika bile sürmeyen reklamla hayatıma giren heyecan ve umut bir anda gitti.

Yine yalnız yine mutsuzdum. İşte o gün bu gündür. Telefon başında güzel bir haber bekliyorum Neriman.

(Telefon çalmaya başlar.)

(Heyecanla) Çalıyor!... Yoksa o güzel haber mi!?

(Telefonun ekranına bakar.) Mustafa! ... Neriman Mustafa arıyor! .... Önce açmasam ikinci kere ararsa... Bir dakika bir dakika sakin… (Nefeslenir.) Tamam şimdi açıyorum.

(Telefonu açar. Durgun ve soğuk bir şekilde konuşur.)

Alo.... Efendim oğlum.... İyiyim... sen nasılsın?.... Hayırlı olsun senin adına çok sevindim .... Yüz yüze mi, uzaktan mı? ... Hangi ilde? .... (Üzülerek) Yurt dışı? ... Gideceksin yani.... Ne zaman başlıyor?... Hızlı olmuş... Gitmeden görüşsek iyi olurdu aslında... Anladım.... Ne diyeyim tekrardan hayırlı olsun... Senin için yapabileceğim bir şey var mı?... Sen de sağol… Görüşürüz...

(Telefonu kapatır. Bir süre üzgün bir şekilde önüne bakar.)

(Aynı durgunlukla anlat anlatmaya başlar.) Yeni iş bulmuş...  Almanya'ya gidiyor...Bu gece uçuyormuş... 1 ay sonra 3 günlüğüne dönecekmiş o zaman görüşürüz dedi... Tabi beni bulabilirse...

(Bir anda sinirlenir.) Yalan mı! ... Kaç yaşındayım ben, hiç mi aklına gelmiyor? Bir şekilde yolunu bulup gelmeliydi!

...Aradığına falan şükredemem. Ben onun babasıyım. Gerekirse uçuşunu erteleyecekti!

Hep aynı... Hiç değişmiyor... En önemlisi onun hayatı. Biz neyiz ki?

Tabi canım, lütfederse arar, lütfederse gelir!

... Yine bana Mustafa'yı savunma Neriman! Kimin ne olduğunu çok iyi biliyorum!

… Sanki önceden farklı mıydı? Bu çocuk yayladaki arsa için bana küs degil miydi zaten. Mal mülk için küsenden ne beklersin ki...

... Borcu varsa bunun tek çaresi arsa satmak mı?

Ben demedim mi o iş olmaz diye? Kaç defa uyardım....

Sen okulunu okumuş mühendis adamsın. Kendi mesleğini yapsana! ... Hep o kızın başının altından çıktı bunlar... Arkasına bakmadan nasıl bırakıp gitti... İyi ki nişan falan yapmadık... O kız için harcayacak beş kuruşumuz daha yok!

Okulu ilk bitirdiğinde Nevzat'ın şirkette yeri hazırdı. Ben buluverdim ya, gurur yaptı. Gitmedi.

2 yıl boş gezdi. Gelip para istemeye çekinir diye kartına aylık para gönderdim.

Nerde bulduysa o kızı bulunca çok değişti.

Sırf bunlar kafe açacak diye büyük arabayı yok pahasına sattık.

Bak ben oğlumun işi için her şeyimi satarım Neriman ama bu onun hayali değildi. Kız aklına girdi. Kendi hayalini bizim oğlana yaptırdı. Baktı olmadı bırakıp gitti.

Bizimki de onca borcun arasında kalınca ablasına, kardeşine sardı. Onlar da Mustafa için her şeyi yapar ama bir anda gelip yangından mal kaçırır gibi yaylayı satıyorum demek ne demek?

Bizden habersiz gitmiş müşteri bulmuş. Üstelik ben orayı Melike'ye vermiştim.

... Hiç öyle deme Mustafa'nın da yaylada ayrı yeri vardı. Üniversiteye arabayla gidip gelecem hava yapacam diye sattı orayı.

... Ben her şeyi adaletli bir şekilde dağıttım o yönden kafam çok rahat.

Bu oturduğum ev de Yonca'nın. Yedeklerden sıra gelir de Huzurevi'ne gidebilirsem arayıp söyleyeceğim. "Kızım ben evi boşaltıyorum ister gel otur ister kiraya ver."

... Gelmez tabi. Ben de biliyorum. Aha Mustafa da gidiyor. Melike desen derdi başından aşkın. Kaldık yine yapayalnız.

Tez vakitte sıra gelse bir yerden de eşyalarımı toplayıp gidiversem şu 4 duvar arasından.

... Biliyorum, orası da 4 duvar ama içi insan dolu en azından.

Kalabalık sofraları, gürültüyle uyanmayı bile çok özledim.

Eskiden ayda yılda bir çocuklar gelir de uzun uzun otururuz umuduyla yaşardım. Belki yatılı kalırlar diye kendimi avuturdum. Artık o ihtimaller de bitti. Beni burdan kurtaracak tek şey Huzurevi.

.... Hepsini aradım Neriman hepsini. Yok işte bekliyorum.

(Telefon çalar. Bir anda heyecanlanır.)

Benim duyduğumu sen de duyuyor musun?...

(Telefonun ekranına bakar. Bir anda hayal kırıklığı yaşar. Ekrana basar. Alarm susar. )

Alarmmış.... Ne olacak ilaç alarmı.

Bugün hiç ilaç aldım mı Neriman?

... Tamam alarm çaldı da ben hiç ilaç yuttum mu onu soruyorum.

Ama bu konularda sen benden daha dikkatlisindir.

Yok yok ben hiçbir şey hatırlamıyorum....

İyicene karıştı şimdi. Çalar çalmaz hemen ağzıma atardım ilacımı neden böyle yaptıysam!

... Arayıp soracak kimse yok... Doktor bir kâğıda yazmıştı ama kim bilir nerde.

(Konuşurken masanın üstünü, etrafı kontrol eder.)

Son zamanlarda bu unutkanlık da çoğaldı. Herhalde bir tane de bundan dolayı ilaç almam gerekecek.

... Yok yok geçmişi çok iyi hatırlıyorum. Çocukların doğumları, ev taşımalar, gittiğimiz düğünler dün gibi aklımda.

Ama evin içinde 5 dakika öncesi yok oluyor. Sanki hiç yaşanmamış gibi.

Belki de bazen iki kere kahvaltı ediyorumdur... Açlığa tokluğa göre yemiyorum ki.... Acıkmaz, yeyince de doyduğunu bilmez bir hale geldim.

Aşık olduğun adamı böyle görmek de zor oluyordur tabii...

Ama merak etme Huzurevi'ne gidince toparlayacağım. Yemekler zaten uzman diyetisyenler tarafından belirleniyor. Ara öğünler, yatma kalkma saatleri her şey bilimsel. Bize en faydalı olacak şekilde...

Düzenli spor, sosyal aktiviteler, yeni arkadaşlıklar derken bak gör bir ayda delikanlıya döneceğim.

Böyle ilaç unutma falan olmayacak. Düşünmeme bile gerek kalmayacak. Vakti saati gelince "Faruk Bey ilaç saati"

Karnın mı ağrıyor, öksürük mu tuttu? Hemen kurumun doktoruna gidiyorsun. Muayene oluyorsun. Hiç öyle hastane randevusu beklemek yok.

Kapıda 7/24 güvenlik. Her yerde kamera! Her çıtırtıda korkuyla uyanıp etrafa göz gezdirmeye gerek yok.

Şimdi anladın mı neden böyle telefonun başında beklediğimi?

Şu yaşadığımla huzurevinde sunulan arasında dağlar kadar fark var Neriman.

... Yok hiç konuşmadım. Beni burda tek başıma bırakıp gittikten sonra onlara laf düşmez. Baba gidemezsin demeye hakları bile yok!

Şu an burda ne yaşadığımı bilemezler. Tahmin bile edemezler. Onlar hiç yaşlı olmadı.

Hep öyle genç kalacaklarını sanıyorlar. Etrafları hep kalabalık olacak, hep canının istediklerini yiyebileceklerini zannediyorlar.

Ağrı kesici dışında ilaç yutmuyorlar, günde birkaç kere gidiyorlardır tuvalete. Nefes nefese kalmadan kim bilir kaç basamak çıkıyorlardır.

Her şeyi geçtim gözleri görüyor, kulakları duyuyor. Onlar beni nasıl anlasın Neriman?

Anlamadıkları için şu an burdayım ve telefon başında Huzurevi sırası bekliyorum.

Ama bak gör Huzurevindekiler beni öyle iyi anlayacak ki ...

Biliyor musun oda arkadaşım bile olacak.

Burda senin dışında konuşacak birini bulamazken orda her zaman yanı başımda birisi olacak. Düşünsene geceleri bile yalnız kalmayacağım.

Sofralar hep kalabalık olacak.... Yemekten sonra bahçeye çıkıp çay kahve içeceğiz...Belki küçük geziler düzenlenecek... Etkinlikler, yarışmalar olacak.... Film izleyeceğiz, kitap okuyacağız. Bakarsın tiyatro bile yaparız Neriman!

Hayal etmesi bile güzel, kim bilir yaşaması nasıldır...

(Bu esnada telefon çalar. Yine ilaç alarmı olarak düşündüğü için umutsuz bir şekilde masadaki telefona gider.)

Yine hangi ilacın saati geldi kim bilir?

(Telefonun ekranına bakar.. Bir anda heyecanlanır.)

Bir numara arıyor! Kurumsal bir numara!

(Kıyafetinin yakasını gevşetir.)

Bak hemen ellerim falan terledi, sıcak bastı! ... Tamam tamam açıyorum.

(Telefonu kulağına götürür. Heyecanla konuşmaya başlar.)

Alo! ... Evet benim! .... Evet! .... Evet!.... Yedek listesinde değil miyim yani! ... Asil liste demek! ... Peki istediğim an gelebilir miyim!?... Tabi tabi o işleri hemen hallederim!... Çok teşekkür ederim. İnanın ne diyeceğimi bilmiyorum!... Tamamdır bu numaraya gönderebilirsiniz.... Ben teşekkür ederim. Görüşmek üzere!

(Telefonu kapatır. Heyecanla bir oraya bir buraya hızlı hızlı yürümeye başlar.)

Neriman oldu! Sonunda oldu! Beklediğim an geldi!

(Heyecanla anlatmaya devam eder.)


Yeni açılmışlar, diğer huzurevlerinin yedek listesinde olan kişilere ulaşıp asil listeye kayıt yapıyorlarmış. Sizi de çoğu huzurevinin listesinde gördük. Aramak istedik dedi! ... Ne diyeceğim kabul ettim işte!

(Bir mesaj sesi duyulur.)

Hah işte attılar.... Asil listeden yer ayırtmak için kaporanın yatırılacağı hesap bilgileri ve adresi mesaj olarak göndereceğiz demişti. O gelmiş.

Taş çatlasa yarım saat mesafede. Kaporayı yatırdıktan sonra istediğiniz zaman gelip yerleşebilirsiniz dedi. Bir taksi tutar kimseye muhtaç olmadan kolayca giderim Neriman!

Rüyada gibiyim! ... Demek o gün bugünmüş!

(Heyecanla sahneye dağılmış eşyalarını toplamaya başlar.)

Küçük bir valiz yapacağım. Pek bir eşyam yok. Hemen hazırlarım zaten. Sonra da bakkala uğrarım. Şu kapora işini hallettiririm.

Yarın da bir taksi tutar giderim!

(Seyirciye doğru bakarken bir anda şaşırır.)

Neriman, ne bu surat?

... Hiç yalan söyleme. Var bir şeyler.

...Hayır yani üzülmek için benim en mutlu günümü mü seçtin?

Israr ettirmeden hemen anlatır mısın?

... Gideceksem seni de yanımda götüreceğim herhalde! Bu kafa nerdeyse sen de ordasın. Seni de kendimi de kurtarıyorum burdan.

Hadi ama asma suratını. Acınası yalnızlığım sona eriyor. Eksik sofralar, sessiz karanlık geceler bitti!

Hep kalabalık hep mutlu olacağız!

(Çişi gelmiş gibi hareketler yapar.)

Senin suratından düşen bin parça ama bak bana, heyecandan, mutluluktan nasıl sıkıştım. Tuvalete gideyim. Sonra da valizi alıp gelirim.

(Hızlı adımlarla sahneden çıkar. Sahne hafif kararır. Kısa bir şarkı çalar.)

 

SAHNE 2

Sahne yeniden aydınlanır. Sifon sesi duyulur. Elinde küçük valizle sahneye girer. Bir yandan sahnedeki eşyalarını katlayıp valize yerleştirirken bir yandan da konuşmaya devam eder.

FARUK: Nereye gideceksem gideyim valiz hazırlamak bana hep hüzün vermiştir.

Ama biliyor musun ilk defa üzgün değilim!

İçimde yeni üniversite kazanmış bir gencin tatlı telaşı var. Aile evimden ayrılıyorum ama beni bekleyen güzel arkadaşlıkların, deli dolu maceraların sevincini yaşıyorum.

(Masadaki ilaçları görür.)

Aman ilaçları unutmayalım.

(İlaç poşetini de valize koyar.)


Bugün düzen iyice karıştı. Hangisini yuttum hangisi kaldı hiç bilmiyorum. Yarın gidip orada başlayacağım... Yok canım sen de, bir günden ne olacak...

Gerçekten pek eşyam yokmuş. Alışveriş günü olursa çıkıp üst baş alsam iyi olacak.

... Her gün aynı şeyleri mi giyeyim?

Tamam da evden çıkmıyorum diye yetiyordu. Şimdi insan içinde olacağım. Biraz dikkat etmek lazım.

... Ne alakası var canım! Ben her zaman giyimine kuşamına dikkat eden biriydim....

... Konuyu sana getirme şimdi. Benden konuşuyoruz... Belki bir en fazla iki kere demişimdir. Neriman bunu giyme diye...

...Senin şık görünmenden değil İnsanların gözünü kırpmadan bize bakmasından rahatsız oluyordum....

Evet, o konuda haklısın ama onlar değişmiyorsa biz önlem almak zorundaydık.

Şimdi gelmişim kaç yaşına. Birisi baksa ne bakmasa ne...

Zaman değişti. Ben de değiştim. Gençken nasılsam şu an da öyle olmamı bekleme benden....

.... Tamam Neriman tamam. Rica ediyorum şu mutlu anımda bunları tartışmayalım.

Yapacak bir sürü işim var. Mutfağı da toparlayıp hemen çıkmam lazım.

(Hazırlamış olduğu valizi alır. Aceleyle sahneden dışarı çıkar. Sahne kararır.)



SAHNE 3


(Sahne aydınlanır. Sahne bomboştur. Valizini sürüyerek sahneye girer. Sahnenin ortasına gelir. Elini alnına koyup uzaklara bakar. Sahnenin diğer tarafına valizi sürer. Orada da uzaklara bakar. Biraz telaşlanır. Sağa sola valizle beraber amaçsız koşturmaya başlar.)

FARUK
: Yakınlarda Huzurevine benzer bir şey görebiliyor musun Neriman?

Mesajda yazdıkları adres tam olarak burası.

Birisi beni buradan alıp mı götürecek acaba?

Ama hiç öyle bir şey demediler ki.

Dedikleri tek şey kaporayı yatırın, istediğiniz zaman gelin.

Kaporayı yatırdım, istediğim zaman da geldim... ama siz nerdesiniz?

(Biraz yüksek sesle) Kimse var mı? .... Sesimi duyan var mı?...

(Üzgün bir şekilde)
Kimse yok Neriman. Sadece sen ve ben.

(Valizi yan yatırıp üstüne oturur. Ağlamaklı bir şekilde konuşmaya başlar.)

Yine bir başımayım. Yine sadece ben varım.

... Boş yere yorma kendini. Neyin ne olduğunu çok iyi biliyorum! Hiçbir şey söylemene gerek yok. Her şey gayet açık!

(Sinirle ayağa kalkar.)
Kimse yok işte!

(Hafif ağlamaklı) Melike de yok! Mustafa da yok! Yonca da yok! Sen de yoksun! Hiçbiriniz yoksunuz! Hep yalnızım ben Neriman hep yalnız!

Yalnız uyuyorum, yalnız uyanıyorum, yalnız yiyorum, yalnız içiyorum, yalnız yürüyorum, yalnız karar veriyorum, yalnız dolandırılıyorum!

Ne zaman bundan kurtulmaya çalışsam olmuyor işte! Bir başıma güçsüz kalıyorum. Beni böyle bir güzel kandırıyorlar!

(Ağlar.) Yapamıyorum Neriman, artık yalnız yapamıyorum. Bir kere daha o eve dönmek, yine o telefon başında beklemek istemiyorum!

(Göğsünü tutar.) Ahh...

İlaçlar.... İlaçları çok geciktirdim.

(Telaşla valizi açıp sahneye dökmeye başlar.)

Nerde bu zıkkım poşet!... Koydum eminim.... Ama nerde.... Yok... Ama koydum.... Koymuştum....Neriman biliyorsun ben arayınca bulamam. Bir de sen bakar mısın?...

(Yeniden göğsünü tutar.) Ahhh

(Spot ışıkta valizin yanına çöker.)

(Nefes almakta zorlanarak) Nerden çıktı şimdi bu ağrı... Doktor var mı buralarda?... kimse yok... İlaçlar da yok....

(Yere yığılır.)

... ahhh...

....Neriman kimse var mı?...

...İlaçlar yok... Doktor yok... kimse yok...

SON

2 yorum:

  1. Merhaba Ahmet Arslan, "huzurevinde kontenjan nasıl açılır? tek kişilik tiyatro oyununun metnini çok beğendim. Sahnelemeye karar verirsem mutlaka iletişime geçeceğim. Emeğinize sağlık.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Merhaba, güzel yorumunuz ve ayırdığınız vakit için teşekkür ederim. Görüşmek üzere...

      Sil

Blogger tarafından desteklenmektedir.